Üç Kardeş Masalı
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve dellâl iken, pire berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, var varanın, sür sürenin, hali pek yamandır destursuz bağa girenin, terli terli su içenin, bugünün işini yarına bırakanın, sokaklarda başı boş gezenin, musluk suyuna tespih tanesi dizenin, bir kedi aldım çarşıdan, Arap kızı geçiyordu karşıdan, bir dudağı yerde bir dudağı gökte, devanası beklemekte, devanasının bir elinde börek, bir elinde çörek, devanasını görenlerde kalır mı yürek, bin bir direk, Kadıköy, Haymana, Çemişkezek, Kadıköy’de atlı tramvaya birdim, Haymana’da kuskus pilavı, Çemişkezek’te dut kurusu yedim, belki 100 yaşında bir yaşlı ana vardı Nemrut Dağı’nda, ondan bu masalı dinledim.
Neyse efendim, çok uzatmayalım, pişmiş aşa su katmayalım, geçelim masalımıza:
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde ülkelerden birinde koca bir konak, bu konağın da yaşlı ama çok varlıklı bir sahibi varmış. Konağın varlıklı sahibi üç çocuğuyla birlikte mutlu mutlu yaşarmış.
Günlerden bir gün varlıklı adam, artık adamakıllı yaşlandığını anlamış… Bir ayağım çukurda, çoğa kalmaz Hakkın rahmetine kavuşurum, diye düşünmüş… Gerçekten adamın dizlerinde derman, gözlerinde fer, bileğinde kuvvet kalmamış. Yüzü, elleri buruş buruş olmuş…
En sonunda üç oğlunu da yanına çağırarak şöyle konuşmuş:
– Evlâtlarım, gerçek ne kadar acı da olsa, gerçektir, bir gün nasıl olsa onlarla karşı karşıya gelinir. Onun için diyeceğimi diyeyim sizlere: Ben artık kocadım, farıdım, birkaç yıla kalmaz iş tutamaz, işe yaramaz bir hale gelebilirim. Ölmeden önce malımız mülkümüzü aranızda eşit olarak, yani herkese kendi hakkı oranında bölüştüreceğim. Belki de ölümümden sonra aranızda anlaşamayarak kavgaya tutuşursunuz, işte ben bunu önlemek, benden sonra da kardeş kardeş yaşayıp geçinmenizi sağlamak istiyorum. Şimdi her birinize birer kese altın vereceğim. İstediğiniz yere gidebilirsiniz. Ama iki yıl, tam iki yıldan önce ülkemize dönmeyin. Dönüşünüzde bu iki yıllık süre içinde hepiniz bana ne yaptığınız, altınları nereye sarf ettiğinizi anlatacaksınız. Her biriniz, yaptığınız işin değerliliği oranında malımdan mülkümden kendinize düşen paya hak kazanmış olacaksınız. Haydi bakalım göreyim sizleri. Üçünüzün de Allah yolunu açık etsin!
Üç delikanlı hemen hazırlığa koyulmuşlar. Ertesi gün gelip babalarının elini öptükten sonra yola çıkmışlar. Birlikte bir hayli yol almışlar, yokuş tırmanmışlar, bayır inmişler, pınarlardan buzlu sular içmişler, kurtların kuşların seslerini dinlemişler, gide gide bir üç yol ağzına ulaşmışlar. Burada üçü birbiriyle helalleşmiş, büyük sağdaki yoldan, ortanca ortadan, küçük de soldaki yoldan yürümeye başlamışlar… Çok geçmeden üçü de birbirini gözden kaybetmiş…
Saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları mevsimleri izlemiş. Yaz olmuş, sonbahar olmuş, kış olmuş, ilkbahar olmuş, derken efendim aradan tastamam iki yıl geçmiş…
Yaşlı baba, evlâtlarının dönmesini dört gözle bekliyormuş… Sonunda bir haberci koşa koşa yaşlı adamın huzuruna çıkmış:
– Efendimiz demiş, ufukta tozu dumana katarak gelenler var… Herhalde sizin çocuklarınızdır!
Hep birlikte konağın büyük balkonuna çıkıp beklemeye başlamışlar…
Derken ilk olarak büyük delikanlı çıkmış gelmiş. Ardında kırk küheylan ata binmiş, kırk babayiğit varmış. Büyük oğlan hemen gelip babasının elini öpmüş.
Varlıklı ihtiyar,yanındaki adamlara:
– Haydi, demiş, hep birlikte odama gidelim oğullarım iki yıl içinde neler yaptıklarını anlatsınlar bize, ben de ona göre bir karara varırım.
Sözü ilkten büyük oğlan almış, demiş ki:
– Yola çıktım, az gittim, uz gittim dere tepe düz gittim, altı ay bir güz gittim. Ormanlık, yeşillik, sulak, toprağı bereketli, insanları kanlı canlı bir beldeye vardım, ulaştım. Ardımdaki kırk bahadırı orada tanıdım. Hepsine vuruşup savaşmayı, kılıç kullanmayı, ok atmayı, kalkan, mızrak, gürz kullanmayı, güreşmeyi öğrettim… Artık malımıza mülkümüze bu kırk bahadır sayesinde kimsenin zararı dokunamaz!
Ortanca oğlan da şunları söylemiş:
– Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim, altı ay bir güz gittim. Sokaklarında ballar akan, bolluk, bereketli bir ülkeye vardım ulaştım. Bana verdiğin altınlarla şu develeri aldım. Gördüğünüz gibi böylesine besili develer bizim ülkemizde yok. Bunları satıp daha da zengin olacağız.
Sıra küçüğe gelmiş, o da şöyle konuşmuş:
-Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim, altı ay bir güz gittim. Soğuk sular içerek,yoncaları biçerek epeyce bir yol gittim. Gide gide azgın bir ırmağa ulaştım. Öylesine azgın bir ırmak ki, boz bulanık, köpürerek akar, çevresindeki tarlaları basar, köprüleri yıkar, ağaçları devirir, insanları hayvanları öldürür, ülkenin çocukların anasız babasız, yetim kor! Dört bir yöreden ustalar çağırttım azgın ırmağın kenarlarına bentler, köprüler yaptırttım. Irmağın yetim bıraktığı kırk erkek çocuğu da toplayıp buraya getirdim. Malları kime verirsen, bu çocuklar onun çocuğu olacak. Bu çocuklar büyüyüp yetişecek. Hem iyilik yapmış, hem de ülkeye yararlı kişilere sahip olmuş olacağız.