ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Sosyal Hayatta İşler Yolunda mı?

23.11.2012
446
A+
A-

ENGELLİ BİR BİREYİN BULUNDUĞU AİLEDE ÇOCUĞU EN AZ SINIRLANDIRACAK SOSYAL YAŞAM ALANI NASIL SAĞLANIR?
….. Üniversitesi öğretim görevlisi Doçent Dr …., hâyal kırıklığı altındaki yüzünü ekşiterek, … yuva’nın sahibesine aynen şöyle buyurdu:

“Ben, çocuğumu otistik bir çocuğun olduğu yuvaya veremem! Eğer o giderse, ben çocuğumun kaydını yaptırırım!”
Yer: Ankara. Tarih: 2002
Tarih: 9 Aralık 1975. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne ek 3447 sayılı kararı ile “Sakat kişilerin Hakları Bildirgesi” yayımlanıyor. Bu bildiri engelli kişilerin toplumda gereken yerlerini alarak yaşamaları ve topluma üretken bireyler olarak katılmaları konusundaki haklarını ve toplumun engellilere karşı yükümlülüklerini belirliyor. Bildiri, en yalın anlamıyla; engellilerin, sosyal çevreden izole edilmesinin önüne geçilmesi, onun yaşadığı toplumun doğal parçası olması için gereken önlemlerin alınmasını ifade ediyor.

Çocuğunun, yasalarla belirlenmiş haklarını etkili bir şekilde kullanmak için, derneklerle ve meslek oluşumlarıyla ilişkini sıkı tut. Aynı yazgıyı paylaştığın ailelerle olabildiğince ortak platformlarda bir araya gel. İlgili kuruluş ve derneklere aktif katılımcı ol…

Doçent Dr.’un adını tüm ısrarlarıma rağmen, yuva sahibinden alamadım. Tek bildiğim, çocuğunun kaydını başka yuvaya yaptırdığıdır. Doçentin çocuğunun, otistik olandan daha şansız bir çocuk olduğunu hep düşüneceğim.

Tarih 2002. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), Türkiye Özürlüler Araştırması verileri açıklanıyor: Türkiye nüfusunun %12.29’u yani yaklaşık 9 milyonu engelli bireylerden oluşuyor. Dünya genelinde ise 500 milyon.

İstatistiklerdeki rakamlar çok mu soğuk? Tablolar içerisine kıstırılmış semboller olmaktan kurtarıp, biraz canlandıralım o zaman. 9 milyon engellinin; anne ve babasıyla birlikte 27 milyon insan ettiğinin farkında mısınız? “Sorunun” direk içinde olduğu şaşırtıcı bir rakam! Bakınız, engelli bireyler toplumun canlı bir parçası ve tümünü etkileyen bir dağılım gösteriyor ve bazılarının ısrarla etiketlere sığdırdığı insanlarla iç içe yaşıyoruz.

Size tehlikeli sorular sorulacak. Sokakta, lokantada, durakta, takside… Kırılganlığını sınayan sorular… Bazen kısık sesle “Özürlü mü?”, “hasta mı? “sakat mı?” Bu etiketleme peşinde koşan yabancıyı yanıtlama. Yanıtını arayabileceği bir sorusu olur.

Sanırım, tanrının özel yarattıklarından, algıları farklı bazen de biçimleri farklı kullarındaki “Çok Özel” yanları keşfettikçe kendimizi de birlikte eğitmenin keyfini yaşayabiliriz. Belki de bundan sonraki yaşantımızı bu “çok özel” insanlarla geçirme fikrini benimsediğimizde “Bunu nasıl sağlarım?” “Nasıl sağlarız” ın yanıtını aramaya başlarız. Yanıtları bulmaya başlayınca da şu; sözcüklerimizin arasına sıkıştırdığımız, “kör talih” oyunundan vazgeçmeyi öğreneceğiz. Belki de onların ailelerine “sabırlar” dilemekten daha kötüsü acımaktan vazgeçip, sınırlılığın ya da “engel” in, her an bizim evde de oturabileceği varsayımlarını göz ardı etmeyeceğiz.

Çok zor mudur sizce? Koşan, yerinde duramayan, belli belirsiz cümlelerini bozuk zamirleriyle sürekli tekrarlayan bireylere “Başka dünyalardan gelmiş” gibi bakmaktan-davranmaktan vazgeçmek.

Onları gökkuşağının bir rengiymiş gibi anlamak yanlış. Onların, gökkuşağının renklerinden biri olması için yaşam alanlarına ait gökyüzünün onları benimsemiş olması gerekir. Sorun nedir? Çok yalın olan bir gerçek var ki, bu insanların; yaşamın yer yer, “güçlü olanın ayakta kalabildiği” süreçlerin yaşandığı bir dünyada asgari bir “uyum” zorunluluğudur. İşte bu yalın gerçeği, aileler; sık sık “Biz öldükten sonraki durumu ne olur?” sorusuna yöneltir insana. Bu soruyu herkesin sorması gerekmez mi?

Bütün bireylerin yaşamları boyunca çok gereksinim duydukları; “Bir gruba dahil olma” toplumsallaşma sürecinin en can alıcı noktasıdır. Özgüven gelişimi için vazgeçilmez olan bu duygu, sıradan bir “dahil olma” değil, kabul gören bir “kişiliktir” de. Bu, “Biz, seni arkadaşlığa layık gördük” tür. Engelli çocuk da bu “kabul görme – ait olma” sürecini bir şekilde başarıyla tamamlamışsa, doğal sürecin de artık bir parçası olacak ve sosyal sınırlılıkları en aza inecektir.

Bu koşulları sağlayabilecek en iyi ortamları tercih edin. Seçimiz, kendi beğenilerimizden çok, çocuğumuzun düzeyine uygun olsun. Okul tercihleri de buna dahildir. Hiç okuma yazma bilmeden ilköğretim diploması almak, kendi kısa vadeli egomuzun tatmini olmaktan öteye gidemez. Onun yerine, bağımsız olarak markete gitmesi, gazete alıp eve tekrar dönmesi çok daha yararlıdır. İşin özü, uygun eğitimi bulmaktan geçer. Uzman yardımından yararlanırken bunu ona anımsatın!

Sosyal becerilerdeki kesintilerin nedeni ve derecesi ne olursa olsun esas olan bu sınırlılıkların azaltılmasına yönelik bir çaba gerekliliğidir. Fiziksel engellerde sorunlar, çeşitli çevresel düzenlemelerle bile en aza indirilebilir. Dikkat edilecek en önemli unsur, fizikî olanakların sağlanması yanında rehabilitasyon gereksinimlerinin de karşılanmasıdır. Bireyin kendisi ve çevresiyle uyumlu, yeterli bir ilişki kurması için gerekli uzman desteğinin sağlanması da gerekmektedir. Bu destek sürecinde fiziksel çalışmaların yanında, sosyal, duygusal ve iletişim becerilerinin geliştirilmesine yönelik çalışmaların yapılması uygun olacaktır.

Sınırlılıkların en aza indirgenmesindeki başat rol, ailededir. Bireyi en iyi tanıyan, onun gereksinimlerini bilen ailenin, en çok iletişim kuran unsur olması gerekir. Bunun sağlanması için uzman kişilerin önerdiği tutum ve davranışlar dışında ailenin geliştirdiği pratik yöntemler de yararlı ve gereklidir. Aile, çocuk ve toplum arasında gerekli köprüyü kurmak zorundadır. Bunun ilk aşaması da çocuğu sosyal çevreyle sürekli muhatap tutmasıyla olur. Okulda öğretmeniyle, arkadaşlarıyla ve arkadaşlarının anne babasıyla da bir köprü kurmalıdır. Çocuğunu üçüncü kimselere; doğru ve abartısızca tanıtmalıdır. Onun kırgınlıklarını, beğenilerini, öfkelendiği durumları, olası bir takım olumsuz davranışlarını da fırsat buldukça anlatmalıdır. Sık sık toplu taşıma araçlarını kullanması, sinema tiyatro gibi çeşitli etkinliklere katılması, kentin işlek caddelerinde karşıdan karşıya geçmesi ve kalabalık saatlerde yürüyüş yapması küçük yaştan beri yapılması gereken davranışlardandır. Tüm bu etkinliklere katılım, ailenin fiziksel, duyuşsal ve de bilişsel katkılarıyla olacaktır.

Bir gereksinimler analizi yapabilir miyiz? Amatör bir plan? “Çocuğum, elimi tutmadan yaya geçidinden karşıya kadar geçecek.” Ya da “bakkala günaydın diyecek” Kısa adımlar planlayabilir miyiz? Bu kısa adımlar için mekanları tercih edebilir miyiz? Zamanı kendimiz seçebilir miyiz? Evet. Mahallemizin daha anlayışlı, daha tanıdık bir bakkalı ve sabahın daha sakin bir zamanı seçilecek. Bu kendi içimizdeki plandı. Şimdi çocuğumuza ne yapacağımızı anlatalım. Bunu her zaman yapalım. “Bakkala gidilecek, günaydın denilecek ve alışveriş yapılacak.” Hadi siz de, “Çocuğum, elimi tutmadan yaya geçidinden karşıya kadar geçecek.” i planlayınız.

İşler her zaman bu kadar kolay ve teorik midir? Hayır, çoğunlukla değildir. O zaman bir ilk basamak bulabiliriz değil mi? Bir ilk basamak bulmak zorundayız. “Başardım” diyebileceği bir basamağı ona bulmalıyız. Bir filmde “Bebek adımları” diye bir kavramı sürekli tekrarlıyordu, başrol oyuncusu.

-Koşma, koşma!, koşmanı istemiyorum! Koşman hoşuma gitmiyor! Başını sallama! Başını sallama dedim sana! Hayır yapma, yapmaa! Yapma dedim sana!

Bu ifadelerle zıtlaşmak için illaki engelli mi olmak gerekiyor? İşte bir ilk basamak fırsatı! İşte empati kurma fırsatı. Devingenliğin olduğu yerde anlam var mıdır? Vardır. Anlamı bir tarafa bırakalım ve birlikte koşalım. Bunu da planlayalım. Beraber başımızı sallayabilir miyiz? Sonra bunu bir iletişim aracı olarak kullanabilir miyiz? Yukarı – aşağı, sağa – sola ve hızlı yavaş.. Bakın, doğal yollardan kavramlara kısa başvurular yapabiliyoruz.

Çocuğunun bütün zamanını, onu yargılayarak, onun davranışlarını düzeltmeye çalışmak için çalma! Adım at ama! yavaş yavaş!

Yani onun da mutlu olduğu, neşelendiği, keyif aldığı anları tümüyle yok etmeye çalışma! Bunu başaramazsın. Bazen bir rastlantı, bazen de küçük bir ayrıntı ileriki süreçleri etkileyen ipuçları taşıyabilir, onun keyif aldığı alanda ivmeli bir gelişme gösterebilirsiniz. Onun beğenilerine, kontaklarına, beğendiği oyunlara sahip çıkın. Bunun için tek gereken şey, kalem ve kâğıt. Bu şanslı anları not alırsanız geriye dönüşlerde zorlanmazsınız. Çünkü iki basamak yukarı çıkarken bir basamak da aşağı ineceksiniz.

Hemen hepimizin hiç hoşlanmadığı, tedirgin olabileceği bir davranış, bilmediğimiz bir yöne harekete zorlanmamızdır. Kafamıza siyah bir poşet geçirip yürümeyi deneyelim. Bu korkunç bir yalnızlık duygusudur ve elbette ki onları daha da rahatsız eder. Ona nereye gidileceğini, ne yapılacağını adım adım anlatmak gerekecektir. Anlatımlar, uzun karmaşık ya da soyut cümlelerle değil, az sözcüklü kısa, somut ve anlaşılır cümlelerden oluşmalıdır. Ona yönerge vereceksek, sevgimizi daha da abartırken, saygı göstermeyi de ihmal etmemeliyiz. Görme engelli bireye; “önümüzde basamak var” demek yetmez. “Aşağıya ineceğiz” ya da “yukarı çıkacağız” ı belirtmeliyiz. “Şu an kırmızı ışık yanıyor, 30 saniye sonra karşıya geçeceğiz” demek yeterince açıklayıcıdır. Sürekli hareket halinde bulunan otistik çocuğumuza da aynı ifadeleri kullanabiliriz. Aynı şeyi tekerlekli sandalyedeki bireye de söyleyebiliriz. Geçtiğimiz her sokağı, önemli binaları ona anlatmalıyız.

Ailenin de sınırları vardır. Ekonomik sınırlılıklar bir tarafa sosyal kültürel ve moral gereksinimlerinde sınırlılıklar baş gösterecektir. İşte bu sınırlılıklar hataya zorlayacaktır. Engelliler için düzenlenen izole spor etkinlikleri, müzik ve çeşitli aktiviteler…Bunun için söylenebilecek en acımasız eleştiri kaynaşan, sosyalleşen birey çabalarının yeterli olanaklarla desteklenemeyişidir. Oysaki ideal olan bireylerin etiketlenmesi sonucunu doğuran ayrıştırma etkinlikleri ancak çok gerekli şartlarda uygulanabilmelidir. Öyle ki bu koşulların gerekirse yapay ortamlarda sağlanması için programlar geliştirilmelidir. Bu programların desteklenmesi ve başarıya ulaşması için “Sosyal Devlet” de aileyi destekleyici yeni kararlar yeni yöntemler peşinde olmalıdır.

Son söz: Sosyal Devlet de her şeyi aileden beklememelidir!

Şahbender KORKMAZ
Sosyal Hayatta İşler Yolunda mı?
Çoluk Çocuk Dergisi Aralık 2007 Sayısı

Destekegitimi
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 1 YORUM