SON YANIT
FİKRET- Tamam… Sonra?
AYHAN- Birinci Murat…
FİKRET: – Bildin… Aferin!
AYHAN: – (Hayretle) Sahi, bildim mi?
FİKRET: – Bildin… Aferin!
AYHAN: – (Hayretle) Sahi, bildim mi?
FİKRET: – Bildin ya, sonra?
AYHAN: – (Parmaklarını sayar.) İkinci Murat…
FİKRET: – İşte bu tutmadı…
AYHAN: – Neden? Birinciden sonra İkinci Murat gelmez mi?
FİKRET: – Gelmez.
AYHAN: – Senin kara cümlen zayıflamış arkadaş… Birden sonra iki gelir, ikiden sonra, üç dört, beş…
FİKRET: – Kazın ayağı öyle değil…
AYHAN: – Ya nasıl?
FİKRET: – Tarihte adı benzer padişahlar arka arkaya gelmeyebilir. Birkaç kuşak atlayan çoktur…
AYHAN: – Desene ben de atladım…
FİKRET: – Hem de uzun atladın…
AYHAN: – E, o kadar olur…
FİKRET: – Birinci Murat’tan sonra Birinci Bayezıt gelir. Hani şu Yıldırım Bayezıt dediğimiz padişah… Ona ve ondan sonraki Osmanlı Beylerine sultan denildi. Devletin sınırları Anadolu’da, Balkanlar’da gittikçe genişledi…
(Biraz durur. Sonra birden sorar)
AYHAN: – Yağmur gelir, gök gürler…
FİKRET: – Yahu, tabiat bilgisi değil, tarih yapıyoruz.
AYHAN: – Boş bulundum kardeş, ne yapayım. Sen de soruyu doğru sor. Yıldırım Bayezıt’tan sonra kim gelir, diye sor!
FİKRET: – Peki kim gelir?
AYHAN: – Şey… Yıldırım Bayezıt’tan sonra kim gelir, diye sor!
FİKRET: – Peki kim gelir?
AYHAN: – Şey… Yıldırım Bayezıt’tan sonra vezirler gelir.
FİKRET: – Hayır hayır. Onlar, padişah değil, ben söyleyeyim Çelebi Mehmet, ondan sonra II. Murat… Neyse, bunları bırakalım da biz gene öğretmenin verdiği ikinci soruyu yanıtlandıralım (Oturur).
AYHAN- Neymiş ikinci soru?
FİKRET- 1453 tarihi size neyi hatırlatır?
AYHAN: – Ohoo, çok kolay… Sen söyleme, ben kendim yazacağım.. (İkisi de defterlerine eğilirler. Projektörler yine yanar. Tarihi kılıklı iki yeniçeri ağır ağır yürürler. Ortada karşılıklı dururlar.)
1.YENİÇERİ: – Gözlerime uyku girmiyor arkadaş…
2.YENİÇERİ: – Benim de…
1.YENİÇERİ: – Bunca savaşlara katıldım. Bunca kaleler önünde pala salladım. Böylesini görmedim ben…
2.YENİÇERİ: – Bizanslılar bu surlara güvenmeseydi padişahımız Sultan Mehmet’e çoktan teslim olurlardı.
1.YENİÇERİ: – Kuşatma 50 gündür devam eder, hâlâ dayanırlar(Uzaktan aralıklı top sesleri duyurulur).
2.YENİÇERİ: – Bizim toplar yine başladı. Kostantiniye’nin düşmesi yakındır.
1.YENİÇERİ: – Edirne’deyken bizim ağalardan işitmiştim. Bu güzel şehir tarihe dek 29 kez kuşatılmış… Aklımda yanlış kalmadıysa Roma orduları, İran orduları, Avarlar, İslavlar, Araplar zaman zaman Kostantiniye’yi kuşatmışlar, fakat bir sonuç alamamışlar…
2.YENİÇERİ: – İnşallah bu beldenin fatihi padişahımız İkinci Sultan Mehmet olur.
1.YENİÇERİ: – İnşallah…
(Top sesleri…)
2.YENİÇERİ: – Savurun gülleleri yiğit kardaşlar. Ulu Tanrı sizinle birliktir. (Yanındakine) Ne dersin arkadaş, bu işin sonu geldi mi artık…
1.YENİÇERİ: – Çoğu gitti,azı kaldı…Beşiktaş sırtlarından 70 parça gemiyi karadan yürüterek Haliç sularına indiren Türk’ün gücüne hiçbir güç dayanamaz. Bizans’ın bir saldırışlık canı kaldı artık.
2.YENİÇERİ: – (Elini alnına siper ederek geldikleri yola bakar.) Dur, uzaklardan biri koşa koşa bize doğru gelir…
1.YENİÇERİ: – Bizden mi ( O da öyle bakar.)
2.YENİÇERİ: – Bir sipahiye benzer…
1.YENİÇERİ: – Kim ola acep?
2.YENİÇERİ: – Tanıdım tanıdım… Hasan…
1.YENİÇERİ: – Hangi Hasan?
2.YENİÇERİ: – Ulubatlı Hasan… Gözü pek bir yiğit… İşte geldi.
(Belinde pala genç bir sipahi koşarak gelir ve durur.)
1. ve 2.YENİÇERİ: – Ne bu telaş Hasan kardaş?
HASAN: – Ooo siz misiniz? İki ahbap ne ararsınız burada?
1.YENİÇERİ: – Bizim kale önünde savaş biraz tavsadı da… Şöyle biraz çekilip yarenlik edelim dedik…
2.YENİÇERİ: – Sabahtan akşama dek kale mazgallarına ok savurmaktan kollarda güç kalmadı kardaş…
HASAN: – Ben size bir şey diyeyim mi? Bu iş, uzaktan uzağa ok savurmakla bitmez. Biz alandayız, düşman duvar gerisinde… Onlarla kılıç kılıca, göğüs göğüse çarpışmak gerek… Göğüs göğüse…
1.YENİÇERİ: – Surlara tırmanmak için ne merdiven para ediyor, ne tekerlekli kuleler…
2.YENİÇERİ: – Topların açtığı gedikleri de hemen onarıyorlar.
HASAN: – Ne ederlerse etsünler, işin sonu geldi. Surların üstünde sancakların dalgalanacağı gün yakındır…
1.YENİÇERİ: – Hasan kardeş, seni yolundan alıkoyduk. Nereye koşar, giderdin?
HASAN: – Sen Romen kapısındaki büyük topun yanına…
2.YENİÇERİ: – Hayır ola, bir haber mi taşırsın?
HASAN: – Haberlerin en güzelini taşırım ben. Yarın şafakla beraber hücum var. Emri topçu başıya ileteceğim. Diyeceğim ki, Padişahımız Efendimizin fermanı şudur: Sabahlara dek ordugahta ateşler yansın… Asker evlatlarım hücuma hazırlansın… Surlarda sancaklar dalgalansın… Ulu Tanrı bizimledir…
(Arkadan, uzaklardan mehter sesleri gelir.)
1.YENİÇERİ: – Bizim karargâhta bir kaynaşma var…
2.YENİÇERİ: – Ne ola ki acep?
HASAN: – Görmez misiniz, süt beyaz ata binmiş 23 yaşında genç padişahımız dolaşır…Durmayalım, iş başına!
(Yeniçeriler o tarafa, Hasan karşı tarafa uçar gibi koşarlar. Projektörler söner.)
FİKRET: – Yazdın mı Ayhan?
AYHAN: – Çoktaaan…
FİKRET: – Okusana dinleyeyim…
AYHAN: – Yağma yok. Benden öğrenip defterine yazacaksın, değil mi?
FİKRET: – Senden bir şey öğrenmeye ihtiyacım yok benim… Yanlış yazmayasın diye soruyorum…
(Bu sırada Muzaffer’le Hikmet kütüphaneye gelirler.)
MUZAFFER: – (Hikmet’in kolunu dürterek.) Şunlara bak, arpacı kumrusu gibi düşünüyorlar…
HİKMET: – Biraz takılalım şunlara…
MUZAFFER: – Kolay gelsin arkadaşlar!
AYHAN-FİKRET: – Kolaysa başınıza gelsin…
HİKMET: – (Birinin defterine bakar.) Ühüüü, şunlara bak, tarih sorularını hâlâ bitirememişler…
FİKRET: – Siz bitirdiniz mi?
HİKMET: – Ühüüü, bize soru mu dayanır arkadaş…
MUZAFFER: – Hikmet, sen de amma atıyorsun ha. (Ötekilere) Siz ona bakmayın çocuklar, biz ancak iki soruyu Cevaplandırabildik…
AYHAN-FİKRET: – Biz de, biz de…
MUZAFFER: – Yandaki odada çalışıyorduk biz… İsterseniz siz de gelin.
AYHAN: – Orası kalabalık, siz buraya gelin…
MUZAFFER: – (Hikmet’e) Bizim defterleri getiriver de bunlarla beraber çalışalım, haydi Hikmet!
(Ayhan’ın yanına oturur. Hikmet öteden çantaları getirir. O da Fikret’in yanına oturur.)
FİKRET: – Kitaplık kapanmadan şu üçüncü soruyu da Yanıtlayabilsek…
MUZAFFER: – Neydi kardeş üçüncü soru?
AYHAN: – Durun, ben okuyayım: Son padişah Vahdettin saraydan niçin kaçtı?
HİKMET: – Pabuç pahalı olduğu için… (Gülüşürler)
FİKRET: – Gevezeliği bırakın da şunun cevabını zihnimizde toparlayalım…
(Dördü birden başlarını ellerine dayarlar,düşüncelere dalarlar.)
(Projektörler yanar. Önde Vahdettin, arkasında Veziri Damat Ferit yürürler. Vahdettin’in başında bir fes, gözlerinde kelebek gözlük, sırtında gri bir üstlük vardır. Damat Ferit de fesli, bıyıklı, siyah giyimlidir. El pençe divan durup Efendisinin sözlerini yanıtlandırır.)
VAHDETTİN: – Ne var, ne yok sadrazam, anlat bakalım. işte burası tenha, kimsecikler duymaz bizi…
FERİT: – (omuz kaldırıp içini çeker.)
VAHDETTİN: – Ne içini çekersin? Dilinin altında bir şey var senin…Çabuk söyle, kötü haber mi var?
FERİT: – Efendimiz…
VAHDETTİN: – Çabuk söyle ne var?
FERİT: – Efendimiz, Anadolu baştan başa ayaklanmış…
VAHDETTİN: – (Vezirin yakasına yapışır.) Başlarında kim varmış?
FERİT: – Mustafa Kemal Paşa…
TOPLU OLARAK: – (Arkadan)
Mustafa Kemal Paşa… Dünya duydu adını; Size bir ders versin ki, unutmayın tadını…
VAHDETTİN: – (Sadrazamın yakasını bırakır) Demek o…
FERİT: – Evet Efendimiz… O… Verdiğiniz rütbeleri, nişanları koparıp atan, Erzurum’u, Sivas’ı, Ankara’yı ayaklandıran hep O…
VAHDETTİN: – (Kızar) Sen ki Osmanlı Devleti’nin koca bir Sadrazamısın, neden O’nu yakalatmadın? Neden peşine jandarmalar salmadın?
FERİT: – Efendimiz, Zâtı Şahanelerine bunu arz etmiştim. Elden gelen her şeyi yaptım bendeniz…
VAHDETTİN: – Ne yaptın?
FERİT: – Onu yakalatmak için para ile asker toplattım…
VAHDETTİN: – Neden yakalayıp getirmediler?
FERİT: – Cepheye varır varmaz onun tarafına geçtiler…
VAHDETTİN: – Çok fena… (Sinirli sinirli dolaşır) Çok fena… Deli olmak bir şey değil… Sarayım, tahtım elden gidecek…
TOPLU SES: – (Arkadan)
Ona şüphen olmasın, o saatler çok yakın… Başladı mı bir kere, durdurulamaz bu akın..
VAHDETTİN: – (Birden Sadrazama döner) Desene ki İstanbul kapılarına dayandılar. (Bu sırada top sesleri duyulur. Vahdettin irkilir. Sonra sadrazam)
Nedir bu top sesleri, bayram mı var, git anla!
(Sadrazam çıkar)
TOPLU SES: – Karşılaşırsın yarın o topları atanla.
FERİT: – (Telaşla döner) Efendimiz, felaket kapımıza dayanmış…
VAHDETTİN: – Ne var, söyle ne olmuş?
FERİT: – Millî ordu bu sabah Üsküdar’a ulaşmış.
VAHDETTİN: – Kaçalım buradan… Benim artık son günüm… Sarayım, tahtım, saltanatım…
TOPLU SES: –
Ulusunu düşünme, düşün yalnız sarayı!
Taşı tarih boyunca alnındaki karayı…
(Vahdettin’le Ferit ellerini alınlarına vura vura oradan kaçarlar.)
FİKRET: – Bunu da yazdınız mı çocuklar?
ÖTEKİLER: – Yazdık yazdık…
AYHAN: – Siz yazdınız ama ben bitiremedim ki…
FİKRET: – Hazıra alıştın da ondan…
AYHAN: – Sen sus orada…
HİKMET: – Nesi kaldı Ayhan, bana söyle!
AYHAN- Sonunu nasıl bağlayayım?
FİKRET- (Alayla) Tatlıya bağla, tatlıya!
AYHAN- (Kızar, ayağa kalkar.) Tatlıyı şimdi başına geçiririm ha…
MUZAFFER: – (Çeker oturur) Şaka yapıyor, şaka. Ne kızıyorsun? Bir bakıma doğru söylüyor. Sultan kaçtıktan, saltanat yıkıldıktan, hele Cumhuriyet kurulduktan sonra her şey tatlıya bağlanmadı mı?
HİKMET: – (Kolundaki saate bakar) Üüüh çocuklar! Kitaplığın kapanma saati gelmiş… Memur dalgınlıkla bizi unutur da kapıları kaparsa yandık.
ÖTEKİLER: – Çabuk toplanalım, geç kalacağız…
AYHAN: – (Hem toplanır hem de kendi kendine) Fikret’in yüzünden son yanıt arada kaynadı.
Vahdettin saraydan neden kaçtı? (Az sonra yine) Vahdettin saraydan neden kaçtı?
(Bu sırada fon perdesi sağa, sola açılır. Arkasındaki kitaplık boydan boya al bayrakla örtülmüş, üstü ya da ortaya büyükçe bir Atatürk büstü konmuştur. Projektörler bir daha yanar. Çocuklar hızla geriye dönerler. İkisi sağ yandan, ikisi sol yandan büste doğru ellerini uzatırlar).
HEPSİ BİRDEN: –
İşte soru yanıtlandı
Onu kovan bu aslandı.
Ulus için çalışmaktan
Ne üşendi, ne de usandı…
Nur içinde yat sen Atam
Yaşadıkça koca millet
Sana büyük andımız var:
Yaşasın Cumhuriyet!
PERDE KAPANIR