SON YANIT
OYNAYANLAR
(Sahneye giriş sırasıyla)
Ayhan
Fikret
Muzaffer
Hikmet
Ulubatlı Hasan
Osmanlı Nöbetçisi
1.Yeniçeri
2. Yeniçeri
Vahdettin
Selçuk Elçisi ve Adamları
Damat Ferit
Sahne bir çocuk kitaplığıdır. Ön planda “biri sağ, biri sol kenarda” iki alçak masa ve ikişer sandalye… Dipte, iki kanattan yapılmış siyah veya mavi fon perdesi… Üzerinde beyaz bulut resimleri görünen bu yerde, temsilin ilk kısmında yanlara doğru açıktır. Arkasında büyükçe bir kitaplık bulunmaktadır.
(Ayhan’la Fikret okul dönüşü kütüphaneye uğrarlar.)
AYHAN: – Buraya da bizden başka uğrayan yok galiba.
FİKRET: – Ne biliyorsun?
AYHAN: – Baksana inler, cinler top oynuyor…
FİKRET: – Dün bizden başka bir çocuk daha vardı, görmedin mi?
AYHAN: – Burası kütüphane arkadaş… Bir kişinin, beş kişinin sözü mü olur…
FİKRET: – Canım, bize ne başkasından? Şurasını açanlardan Allah razı olsun? Ara sıra geliyoruz, istediğimiz kitabı alıp okuyoruz… Tenha oluşu daha iyi ya…
(Ayrı ayrı masalara çantalarını koyarlar. Sandalyelere otururlar.)
FİKRET: – (Devamla) Bak, kalabalık olsa bir kişiye bir masa düşer mi böyle? Aç kitabını rahat rahat çalış… (Çantasından bir kitap çıkarır.) Yardımcı bir kitap ararsan raflar, dolaplar kitap dolu.
AYHAN: – Bugün canım hiç çalışmak istemiyor.
FİKRET: – Neden?
AYHAN: – Ne bileyim, istemiyorum işte…
FİKRET: – Öyleyse, neden geldin buraya?
AYHAN: – Seni yalnız bırakmamak için
FİKRET: – Çok naziksiniz küçük bey… İnsan hiç kitaplıkta yalnız kalır mı? Burada arkadaştan çok ne var…
(Kalkar, kitaplıkta bir kitap arar, bulur. Bir şeye bakar, gene yerine oturur. Çalışmaya başlar.)
AYHAN: – (Çantasından bir lastik top çıkarır. Ayağa kalkar. Topu havaya atıp ellerini arkada çırparak oynamaya başlar. Az sonra başka figürlere geçer. Oynarken.)
Hop hop hop! Lastik top… Hop hop hop! Lastik top… (Diye söylenir.)
FİKRET: -Şşşşşt bana bak! Ne yapıyorsun?
AYHAN: – (Aldırmaz) Hop hop hop! Lastik top.
FİKRET: – Yahu burada top oynanır mı?
AYHAN: – Ne yapayım, canım sıkılıyor…
FİKRET: – Kütüphane memuru gelirse görürsün sen…Bir şey değil, ikimizi birden kovar, bir daha da ayak bastırmaz…
AYHAN:- Umurumda bile değil…
FİKRET:- Sana bir şeyler olmuş Ayhan… Sınavlara şurada ne kaldı? Bizim şimdi geceleri gündüze katıp çalışacağımız zamanlar… Sen kalkmış, top oynuyorsun…
AYHAN: – Oynarım ya… Hop hop hop! Lastik top…
FİKRET:- (Kızarak kalkar) Ver o topu bana!
AYHAN:- Vermem…
FİKRET:- Ver diyorum…
AYHAN: – Vermem diyorum… (Kaçar)
FİKRET:- (Kovalar) Vereceksin…
AYHAN:- Vermeyeceğim.
FİKRET:- (Yetişip Ayhan’dan topu alır) Darılma ama, sende bir damlacık akıl yokmuş…
AYHAN:- Vardı ama bitti, yenisini alacağım…
FİKRET:- Fena etmezsin… Sınavlar yaklaştıkça uslanacağın yerde sen sapıtıyorsun… Nedenini anlamadım gitti.
AYHAN: – Nedeni meydanda… Sınavlardan korkuyoruuum…
FİKRET: – Sınavlardan korkan çocuk kütüphanede top mu oynar?
AYHAN: – Bir şeyle oyalanıp sınavları düşünmemek için böyle yapıyorum…
FİKRET: – Düşünsen de düşünmesen de o sınav kapısından gireceksin arkadaş… Kurtuluş yok bundan… (Ayhan’ın omzuna elini koyar) Haydi Ayhan, çocukluğu bırak da derslerine çalış… Bak, bana da zararın dokunuyor. Masalarına çekilirler. Ayhan çantasını açar, içine elini uzatır. Birden fırlar, Fikret’e koşar.)
AYHAN: – Şey… Topumu ver! Topumu ver!
FİKRET: – Dur kardeş, masayı devireceksin…Amma da değerli topun varmış…Al! (Ellerini silker.)
AYHAN: – (Topu okşayarak çantasına koyar. Bir kitap çıkarır, okumaya başlar.)
FİKRET: – (Az sonra göz ucuyla arkadaşına bakarak sorar.) Ayhan! Ne okuyorsun?
AYHAN: – Tarih…
FİKRET: – Haaa. Tarih dedin de aklıma geldi.
AYHAN: – Ne geldi?
FİKRET: – Öğretmenin verdiği sorular… Hem de çok acele…
AYHAN: – Acele işe şeytan karışır… Vazgeç!
FİKRET: – Vazgeçilir mi hiç? Bu soruların yanıtlarını yarın istiyor bizden…
AYHAN: – Neydi onlar?
FİKRET: – Dur, deftere bakayım… (Defteri açar, bulur.) İşte buldum. Üç tane soru. Birincisi şu: 13.yüzyılın en son önemli olayı nedir? (Ayhan’a) Sen biliyor musun?
AYHAN: – Yoooo…
FİKRET: – Öyleyse, aç defterini, ben söyleyeyim, sen yaz!
(Bu sırada, kanatları açık duran fon perdesi kapanır. Kulis aralarından bu perdeye renkli ışık verilir. Dipten, sol yandan elinde kılıç, kolunda kalkan, başı tolgalı bir nöbetçi çıkar. Ağır ağır ilerler.
Az sonra karşı yönden elçisi önde, biri beyaz bir sancak, biri tuğ, biri de davul taşıyan Selçuklular gelirler. Kılıklar, elden geldiği kadar aslına uygundur.)
NÖBETÇİ: – Durun! Ne istersüz?
ELÇİ: – Devletlû Selçuk Sultanı Alâattin Keykubat’ın elçisi Karaca Balaban çavuşum ben… Kahraman Uç beyini görmek isterüz…
NÖBETÇİ: – Osman Bey’i mi demek istersüz?
ELÇİ: – Evet, o yiğidi görmek içi taa Konya’dan yola çıktık. Onu mutlak görmek gerek…
NÖBETÇİ: – Osman Bey çadırında istirahat eder… Karacahisar zaferi onu yorgun düşürdü.
ELÇİ: – (Koynundan dürülü bir kâğıt çıkarıp gösterir.) Sultanımız Efendimizin şu menşurunu görünce yorgunluğunu unutur. Bunu bir an önce sunabilmek için atlarımızı çatlatırcasına koşturduk; sınır boyuna geldik. Şey aslanım… Sen Osman Bey’i hiç gördün mü?
NÖBETÇİ: – (Güler) Ne tuhaf konuşursun sen Selçuk elçisi… Domaniç Yaylası’ndan tut da Söğüt kışlağına dek buralarda yaşayan herkes Osman Bey’i tanır… Onunla aşta beraberiz, savaşta beraberiz. O bizim içimizde, biz onun içindeyiz… İnegöl ve Bilecik Kalesi’ne yaptığımız baskınlarda yan yana kılıç çaldık…
ELÇİ: – (Hayretle) Demek kendüsü de savaşlara katılır, öyle mi?
NÖBETÇİ: – Bu tuhaf bir soru… Kayıhanlı Türklerinin göz bebeği Ertuğrul Bey’in oğlu olsun da savaşlara katılmasın, olacak iş mi bu? Balaban Çavuş! Balaban Çavuş! Biz Oğuz Türkleri soyundanız. Asya’dan kalktık, yaylalar aştık. Dövüşe dövüşe çarpışa çarpışa buralara geldik.
ELÇİ: – Evet, orasını biliyorum. Şimdi de Selçuk Sultanı Alâattin Keykubat’ın bu bölgede sınırlarını koruyorsunuz. İşte, Sultanımız bunu takdir buyurdular da kendi ülkesinde kendi muhtar olsun deyu fermanlarını gönderdiler.
Şu tuğu, şu sancağı ve şu mehter davulunu Osmanlı Beyliği’nin erkinlik işareti olarak getirdik. Bu topraklarda yeni bir Türk Devleti doğacak, yüzyıllarca yaşayacak…
NÖBETÇİ: – (Sevinir) Demek bu mutlu haberi Beyimize ben vereceğim, öyle mi?
ELÇİ: – Talihli bir kulmuşsun aslanım…
NÖBETÇİ: – Siz durun biraz…Ben gidip haber vereyim…Emrederse çadırına götürürüm sizi…
(Nöbetçi içeriye girer. Selçuklular bekler.)
NÖBETÇİ: – (Döner) Beyimiz Osman Bey sizi karşılamak için gereken hazırlığı yaptı. Buyurun!
(Nöbetçi öne düşer. Selçuk heyeti, mehter varsa çala çala, yürüyüp giderler. Projektörler söner.)
FİKRET: – Yazıyor musun Ayhan?
AYHAN: – Yazıyorum yazıyorum…
FİKRET: – On üçüncü yüzyılın (Ayhan hem tekrarlar hem yazar.) en önemli olayı Osmanlı Devletinin kuruluşudur… Yıl 1299… Tamam mı?
AYHAN: – Tamam değil…
FİKRET: – Nesi eksik kaldı?
AYHAN: – Tarihini yetiştiremedim…
FİKRET: – (Ayrı ayrı söyler) Bin… İki yüz… doksan… dokuz…
AYHAN: – Doksan dokuz…
FİKRET: – Tamam mı?
AYHAN: – Şimdi tamam…
FİKRET: – (Ayhan’ın yanına gelir.) Amacımız bilgimizi tazelemek… Bir soru da ben sorayım sana şimdi…
AYHAN: – Buyurun öğretmenim!
FİKRET: – Alayı bırak, bakalım bilecek misin?
AYHAN: – Ötekini bildim ya, bunu da bilirim…
FİKRET: – Osman Bey’den sonra Osmanlı Devleti’nin başına sıra ile kimler geçti?
AYHAN: – (Az düşünür.) Şey… Orhan Bey…