ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul °C

Ödül ve Ceza evet, dayağa hayır!

29.10.2008
325
A+
A-

Çocuklara verilen ödül ve cezalar, toplumsal sorunların en önemlilerinden birisidir. Öncelikle ödül ve ceza verebilmek, birisi “bunları verme yetkisi taşıyan”, öteki de “bu yetkinin kullanılacağı konumda olan” kişiler arasında hiyerarşik bir durumun varlığına işaret eder. Çocuk konusunda yetkili olan annedir, babadır, öğretmendir, yetkili olan “birisi”dir. Çocuk da kaçınılmaz olarak bu yetkinin objesi olur. Bu özelliğiyle de ödül ve ceza mekanizması, çocuğun toplumsallaşma sürecini olumluya da olumsuz biçimde etkiler.

Üzerinde yeterince durulmayan önemli bir gerçek, çocuğun kendisinin bir ödül olarak kabul edilmesidir. Değişik koşullarda da çocuk bir ceza olarak kabul edilebilir, istenen, beklenen, sağlıklı, hele de erkek çocuk genellikle bir ödüldür. İstenmeyen, beklenmeyen, sağlıksız, hele de erkek beklenirken doğan kız çocuk da (açık olarak söylenmese de) bir ceza sayılır. Şimdi böyle kesin bir dille açıklandığı zaman yadırgatıcı olabilecek bu duyguların toplumsal nedenleri vardır. Artık toplumun pek çok kesiminde erkek olsun, kız olsun “sağlıklı doğan çocuk” anne, baba, aile için ödül sayılmaktadır ama ısrarla erkek çocuk isteyen bir ailenin (çoğunlukla da babanın) birkaç kız çocuğundan sonra yeniden doğan kızlarının hayal kırıklığı yarattığı bilinir.
Genel olarak ödülden anlaşılan, çocuklara alınan armağanlarla onları sevindirmektir. Ceza dendiği zamanda çocuğa uygulanan yaptırımları anlaşılır. Böylece “ödüller”, onlara çikolata almak, parka götürmek, balon almak, dondurma yedirmek, ayakkabı, giysiler, oyuncaklar, sonra da bisiklet, fotoğraf makinesi, bilgisayar almak gibi eşyalar, nesneler olur.


Cezalar da, kızmak, bağırmak, azarlamak, sevdiği şeylerden yoksun bırakmak, tehdit etmek, yalnız bırakmak, utandırmak, aşağılamak, dövmek gibi yaptırımlardır.
Ödüller için satınalma gücü, cezalar içinse fiziki güç kullanılır.
Oysa bir çocuk için en büyük ödül, “onunla birlikte daha mutlu olunduğunu” ona anlatabilmektir.
Çocuk için en akıllı ceza da, “yanlışının sonucunu ona anlatabilmek” olacaktır.
Ödül vermeyi de, ceza vermeyi de ne zaman, neler için, hangi koşullarda verildiği iyice düşünülürse, bunların çocuktan çok kişinin kendi istekleriyle ilgili olduğunu anlaşılır. Görünüşte ödüller çocuğun iyi şeyleri yapmayı öğrenmesi için, cezalar da kötü şeyleri yaptığı zaman verilmektedir. Ama bunların gerçekten de öğretici olup olmadığı konusunu az düşünülür. Öğretici olabilmesi için ödüllerin teşvik edici olması, cezaların da durdurucu olması gerekir. Bu da her ikisinin de yerinde, zamanında, anlamlı ve tutarlı olmasıyla sağlanabilir. Bir işin, bir durumun, bir başarının, bir yanlışın değerlendirilmesi demek olan ödüller ve cezaların, yapılan işle, gelinen durumla dengeli bir bağlantısı olmalıdır.
Ödüller ve cezalar incelendiği zaman, bunları çocukların gelişimi için değil de, annenin, babanın, öğretmenin isteklerini yerine getirilmesi için kullandığı görülür. Çocuğu uslu
durması için ödüllendirip yaramazlık yaptığı için cezalandırırken, değerlendirilen konu çocuğun iyi ya da kötü davranışı değil, annenin, babanın, öğretmenin isteğidir. Çocuğun gittiği bir konukluktaki uslu duruşu ya da yerinde duramayışı çocukla durumu arasındaki
uyumsuzlukla belirlenmektedir. Çocuğa “aferin, uslu durdun” dendiği zaman ya da “cezalısın, yaramazlık yaptın” dendiği zaman, çocuğun durumunu değil, kendi durumlarının değerlendirildiği açıktır.
Çocuğun beslenmesinde çok kullanılan “ödül ve ceza” mekanizması da çoğunlukla çocuğun beslenme gelişimi için olmamaktadır. Bir çocuğun beslenmesindeki gelişim evrelerini bilmeden, onu geliştirmenin yollarım bilmeden, çok kere “biraz daha yemesi” için vermeyi vaat ettiğimiz ödüller de “bizim isteklerimizle ilgilidir”. Böylece çocuk yavaş yavaş yemeğini istediği için değil, verilecek ödül için yemeyi öğrenecektir.
İçgüdü alanlarında çok kullandığımız cezalar özellikle incelenmeye değer niteliktedir. Üç temel içgüdüden korunma içgüdüsüyle ilgili olarak büyük önem taşıyan “güveni yokedici cezalar” sık kullanılan bir mekanizmadır:
* Çocuğunun yaramazlıklarından bıkan annenin “ben hasta olayım annesiz kal” ya da “ben öleyim annesiz kal” biçimindeki tehditleri doğrudan güven duygusunu yokedici niteliktedir. Bu sözler çocuğu gerçekten de durdurur ama örseleme pahasına elde edilen bu durum büyük bir yanlışı da birlikte getirir.
* “Aksama babana söyleyeceğim, seni dövsün” diyen bir anne de, hem babayı bir ceza infazcısı durumuna sokmakta, hem de çocuğun temel güven duygusunu tehdit etmektedir.
* Çocuğu yalnız bırakmak, kapalı bir odaya kapatmak gibi çok önemli izolasyon cezaları da aynı nitelikteki yanlışlardır.
* Çocuğu “köpeklere yedirmek”, “karanlıktaki çuvallı adamlara vermek”, “cadılara teslim etmek” türündeki tehditlerin hepsi de temel güven duygusunu örseleyici niteliktedir.
İkinci temel içgüdü olan ‘beslenme içgüdüsü’ üzerindeki cezalar da çok önemlidir:
* Aç bırakmak, yapılmaması gereken bir yanlıştır. “Şunu yemediği takdirde” sevdiği bir yiyeceği vermemek ağır bir ceza olmamakla birlikte yanlıştır. Çocuğun yemek istemediği bir şeyi ona anlatarak yemesini istemek, yemediği zaman baskıcı olmamak doğru bir davranıştır.
Üçüncü temel içgüdü olan ‘çoğalma içgüdüsü’ üzerindeki cezalar daha da önemlidir:
* Erkek çocukları “pipisini kesmekle” tehdit etmek, iğdiş edilme korkusuna yol açar.
* Erkek ve kız çocuklarına yönelik olarak “o pis yerleriyle oynadıkları zaman”, “orasının kuruyacağı”, “orada kurtlar olacağı”, “ellerinin siyaha boyanacağı ve bir daha çıkmayacağı” gibi sözel cezalar ya da şiddet uygulamaları, çocuklarda ileriye dönük olarak, ilerdeki cinsel hayatlarında güçlükler yaratacak nitelikte yanlışlardır. Bu konulardaki geleneksel kültürün bilinçli davranışlar yönünde değişmesi gerekmektedir.
Çocukları çok yaralayan bir ceza biçimi de onları toplum içinde, arkadaşlarının yanında, başkalarının içinde azarlamak, aşağılamak, küçük düşürmektir. Bu davranışlar her zaman çocuk tarafından haksızlık olarak nitelenir, direnme isteği uyandırır, uzun süre için yaralayıcı olur. Özellikle okullarda görülen bu yanlış uygulamanın mutlaka düzeltilmesi zorunludur. Çocukla “teke tek” konuşulduğu zaman kabul edilebilecek yanlışlar bile böyle bir durumda kabul edilir olmaktan çıkar ve tepki ile karşılanır.
Ödül ve cezalarla ilgili davranışları görebilmek, nedenlerini anlamak, bu davranışlarda ‘kendimizi ve çocuğumuzu’ doğru yere koyabilmek, çocuklara yönelik tutumun önemli bir bölümüdür.
Bu konudaki doğrular şöyle özetlenebilir:
* Çocuk ne ödüldür, ne de cezadır. Çocuk, dünyaya ebeveyni tarafımızdan getirilmiş ayrı bir varlıktır. Aslında ödül ve ceza olan çocuk değil, onların tutumlarıdır.
* Ödüller ve cezaların çocuk için uygulanması, ebeveynin, öğretmenin istedikleri ya da istemedikleri için olmamalıdır. Bu uygulamalar, çocuğun davranışlarının doğru ya da yanlış olduğunun bizim tarafımızdan anlatılması için yapılmalıdır. Bu da ancak, çocuğun davranışının kendi gelişimi içinde objektif değerlendirilmesiyle olacaktır.
* Doğru bir değerlendirme için çocuğun yaptıkları farkedilmeli, gelişim süreci içindeki aşamalardaki başarıları ödüllendirilmelidir. Çocuğun emeklemesi, yürümesi, sesleri, ilk sözcükleri, çişini kakasını istenen biçimde yapabilmesi, çizgileri, karalamaları, resimleri, yazıları, merdiven çıkıp inmesi, kendi kendine oyun kurması vb. gelişim ürünleri onun başarılarıdır. Bunlar uygun biçimlerde ödüllendirilmelidir. Bunların farkedilmesi, başarının paylaşılması, sevgi ve güvenin yinelenmesi, çocuk için en önemli ödüllerdir.
* Çocuğa ceza vermek aslında hiç düşünülmemeli, amacın onu “uyarmak”, “geliştirmek”, “kendi yetilerini, becerilerini, yapıcı gücünü arttırmak”, “kendine güvenli kılmak” olduğu bilinerek hareket edilmelidir.
* Çocuk, annenin, babanın, evdeki büyüklerin sinirlerini yatıştırmak için kullanılacak bir gerginlik boşaltma aracı değildir. Başka şeylere kızıp sinirini çocuktan almak, büyüklerin zulmünden başka bir şey değildir. Çocukları böyle bir şeyden korumak aslında annelerin, babaların, öğretmenlerin birincil görevidir.
* En iyi ödül de en etkili ceza da “çocuğun kendisine vereceği ödül ve cezadır”. Bu onu da çocuğun bilincini geliştirmek, yaptıklarının kendisi tarafından değerlendirilmesini sağlamak, en bilinçli davranıştır, çocuğun kendini kontrol edebilmesine yardımcı olmak onun için de doğru bir destektir.
* Çocuklara olumsuz nitelemeler yaparak davranmak da “üstü örtülü cezalardır”. Kel kafalı gibi, gözlüklü bir çocuğa dörtgöz gibi, bir davranışı anımsatılarak sidikli gibi nitelemeler, çocuk için acı verici davranışlardır. Bunlar da sonuçta öfke, tepki, nefret birikimlerine yol açacaktır.
* Çocuklara dayak atmak, hiçbir biçimde yapılmaması gereken bir davranıştır. Büyüklerin fizik üstünlüklerine dayanarak yaptıkları bu haksız uygulama, çocuğa hem dayak atmanın olabilirliğini anlatacak, hem de başka biçimlerde tepki gösterme isteği uyandıracaktır. Bir çocuğun doğal güçsüzlüğünü kullanarak onu dövmek suç sayılmaktadır.


Ceza – Ödül – Tehdit! Hangisi daha etkili ?
Yetişkinler olarak zaman zaman yorgun, stresli vb. durumda bulunmasalar da çocuğuna ulaşamayabilir. Aynı şeyi bir kaç kez tekrarlamak zorunda kalmak, bağırmak, defalarca uyardığı halde istenmeyen davranışın tekrar etmesi vb. durumlar çocuğa ulaşılmadığının ya da en azından yeterince ulaşılmadığının göstergesidir. Ulaşılmış olunsa dahi; o gönderilen iletileri almamış gibi davranabilir, yok sayabilir, istenmeyen davranışını istenmediğini bile bile sürdürebilir. Böyle durumlarda anne babanın, öğretmenin, çocukla ilgilenen her kimse o kişinin fazla bir seçeneği kalmamıştır. Ödüller, tehditler, cezalar ve tabii ceza kapsamına girdiği savunulan dayak eldeki seçeneklerdir. Bunların hangisinin uygulanacağı kişinin eğitim durumuna, kişiliğine, çocuk yetiştirmede savunduğu yöntemlere vb. bağlıdır.
* Tehdit
İstenmeyen bir davranışla karşılaşıldığında ebeveynlerin ilk tepkisi çocuğu sözlü olarak uyarmaktır. Davranışın devam etmesi halinde bu, bağırma tepkisine dönüşür. Çocuk ısrarlı davranırsa hemen bir tehditle ve/veya arkasından dayakla karşılaşır. Öncelikle çocuk yapılan tehdidi ciddiye almayabilir; çünkü bunu sürekli kullanan ve tehditlerini yerine getirmeyen ebeveyne sahipse bunu bilir. Tehdide neden olan davranışın gerçekleşmesi çocuk için daha önemli olabilir. Söylenilenleri; bir başka deyişle davranışına devam ederse yapılabilecekleri yeterince anlamlandıramamış ya da yaşamadığı için küçümsüyor olabilir. Tehdidin diğer bir etkisi de; ilk kullanıldığında, söylendiğinde çocuk davranışına ara verebilir; ancak görülmeyeceğine, karışılmayacağına kani olduktan sonra mutlaka o davranışı gerçekleştirir.
Tüm bu yönleri tehdidin uygulanmaması gereken ve etkisiz bir yöntem olduğunu düşündürüyor. Hemen belirtelim çocuk eğitiminde kullanılan tüm yöntemlerin avantaj ve dezavantajları vardır. Önemli olan dezavantajları dikkate alarak etkilerini azaltmak ve uyguladığımız yöntemden çocuğumuz yararına sonuçlar elde edebilmektir.
Tehdit ebeveynlerin kullanabileceği bir yöntemdir. Ancak bu tehditler çocuğu derinden etkileyebilecek örneğin; “Bir daha yaparsan seni sevmem” türden olmamalıdır.
“Tamam, devam et, ben de seni bırakır giderim.” Bu tür duygulara yönelik tehditler çocuğun tüm gelişimini etkileyebilir ve zamanı geldiğinde bazı şeylerden kaçınmasına neden olur. “Annem beni terkeder, bir daha annemi göremem” düşüncesi yerleşmişse çocuğun iş gereği birine bırakılması, zamanı gelince okula başlatılması hep problem olarak ortaya çıkacaktır. Tüm bunların yanında çocuk sürekli bir terk edilme ve sevgisizlik tehdidine ne kadar dayanabilir ya da ruh sağlığını ne kadar koruyabilir? Kim; sürekli eşinin terk edebileceği düşüncesiyle yaşayabilir?
Tehdit çocuğa karşı hiçbir zaman büyüklerin birbirlerine kullandıkları kelimeleri, beden dilini içermemelidir. Çocuğun sözcük dağarcığına uygun, gururunu kırmayacak kelimeler ve hareketlerle ifade edilmelidir.
Herhangi bir istenmeyen davranış sonucunda çocuk tehdit ediliyorsa ki bu tehdit kesinlikle fiziksel şiddet unsuru veya duygusal yön içermemelidir, davranış devam ettiği takdirde mutlaka bu tehdit yerine getirilmelidir.
Tüm bu noktalara dikkat etseniz bile tehditten daha etkili, çocuk açısından daha az yıpratıcı ve sizin açınızdan uygulanması daha kolay birçok yöntem vardır.

* Ceza
Ceza çocuk eğitimi ve bakımında, çocukla ilgilenenler açısından vazgeçilmez bir yöntem olarak görülmektedir, çünkü birçok ebeveyn bu yöntem ağırlıklı olarak eğitilmiştir. Çocuk açısından değerlendirdiğimizde; çocuğa en az faydayı sağlayan ve çocuğu en fazla örseleyen yöntem budur. Çünkü bugün dayaktan duygusal şiddete kadar uzanan birçok yaptırım yetişkinler tarafından ceza kapsamında görülmekte ve uygulanmaktadır. Diğer bir açıdan ele aldığımızda; ceza istenmeyen davranışın ortadan kalkması, tekrar etmemesi, çocuğun sınırlar olduğunu bilmesi için uygulanmaktadır.
Ceza; çocuk için yaptığı kötü davranışın ardından gelen ve o davranışı tekrarlamasını önlemeye yönelik, ebeveyn veya başka bir yetişkin tarafından uygulanan davranıştır. Ebeveynin (veya cezayı uygulayanın) yaptığı; istenmeyen davranışın ortadan kalkması için çocuğu istemediği, çocuk açısından hoş olmayan bir yaşantı içine sokmaktır. Esas olarak ceza vermeyi istenilmez, onaylanmaz bir tutum haline getiren bahsedilen hoş olmayan yaşantının niteliğidir. Dayak, gurur kırıcı sözler, sarsma, itekleme, sevgi göstermeme, yiyecek-içecek vermeme, aşırı yüksek sesle bağırma, ateşle çocuğun tenine yaklaşma, sert veya yumuşak cisimleri sinirli ve sert hareketlerle fırlatma, elindeki çikolatayı istenmeyen davranışı yüzünden elinden alma… gibi daha çok uzatabilecek davranışlar, çocuğu yıpratmak, kendine yöneltmek ve daha da hırçınlaştırmaktan başka hiçbir şeye yaramaz ve bu davranışlar çocuk veya yetişkin kime karşı uygulanırsa uygulansın nefret uyandırır. Bu tarz davranışlar cezadan çok, şiddet davranışlarıdır.
Çocuk; merakını gidermek ve sahip olduğu enerjisini boşaltabilmek için gün boyu çeşitli faaliyet ve davranışlarda bulunur. Bu arada kendisi veya bir başkası için tehlikeli olabilecek birçok durum ortaya çıkabilir, çevresini rahatsız edebilir, kirletebilir vs. Çocukla ilgilenen kişinin her durumu “özellikle çocuğun can güvenliğini tehdit eden durumlar karşısında” çocuğa açıklayabilme gibi bir lüksü yoktur. Böyle anlarda yetişkin caydırıcı yöntemlere başvurmak durumunda kalır. Bu caydırıcı yöntemlerden bazılarının, ki esas ceza dediklerimiz bunlardır, etkileri anlıktır yani sınırlıdır. Çocuk üzerinde sadece şimdi ve burada bu olmamalıydı izlenimi bırakır. Bu da demektir ki başka bir ortamda çocuk bu davranışı tekrar edebilir.
Uygulanan cezanın çocuk üzerinde bırakacağı etki; çocuğun o anki psikolojik durumuna, ortama ve düşünce tarzına bağlıdır. Çocuklar birçok konuda genellemeler yaparlar, ama iş yapmak istedikleri bir davranışa veya söylemek istedikleri bir sözü söylemeye gelince pek genellemelere rastlanmaz. Tüm bunların ışığında;
* Ceza; uygulayana da uygulanana da duygusal yük getirir.
* Cezalandırılan davranış; cezayı uygulayan, çocuğun yanında olmadığında tekrar ortaya çıkabilir.
* Cezalandırma anında veya sonrasında çocukta olumsuz heyecansal yaşantılar (nefret, intikam vb.) oluşabilir.
* Sürekli cezalanan çocukta cezanın etkisi azalır, halk arasındaki deyimle çocuk arsızlaşır.
* Davranıştan hemen sonra verilmeyen ceza etkili olmaz. (Sabah yaptığı bir şey için çocuğun öğlen cezalandırılması gibi…)
* Ceza; davranışın neden kötü olduğu, neden yapılmaması veya tekrarlanmaması gerektiği hakkında çocuğa bilgi vermez. Çocuğun anlamlandıramadığı bir şeye uyması beklenemez.
Çocuğa ceza uygulamak durumunda kalındığında; davranışın nedeni çocuğa açıklanmalı ve ceza davranıştan hemen sonra verilmelidir. Verilecek cezalar çok fazla duygusal öge hele hele şiddet hiç içermemelidir. Örnekler vererek çocuğun uygun olmayan davranışı birçok ortama genellemesini önlemek gerekir.

* Ödül
Çocuk eğitiminde en önemli ve üzerinde en çok durulması gereken yöntem ödüldür. Bizlerin yaşantısında ödül; çalışma, çaba ve sonucunda gelen başarılarla ilgilidir.
Çocukların elde ettikleri ödüller veya ödüllerin elde ediliş biçimleriyse genel davranışları, kafalarında oluşturacakları düşünceler üzerinde son derece etkilidir. Bu nedenle; çocuğa verilecek ödülün uygunluğu, gerekliliği, zamanı, sıklığı, niteliği kısacası hemen hemen tüm özellikleri önemlidir. Ben çocukta her zaman için olumlu davranışın pekiştirilmesi (ödüllendirilmesi) istenmeyen davranışın ise bir düzeye kadar görmezden gelinerek azaltılması gerekir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; hangi olumlu davranışların, ne sıklıkla ödüllendirileceğidir. Yerleşmesi istenen olumlu davranış ilk ortaya çıktığında ve birkaç kez tekrar ettiğinde ödüllendirilmelidir. Yalnız unutulmamalıdır ki davranış her ortaya çıktığında verilen ödül cezbediciliğini kaybeder ve davranış sürekliliğini sağlayamayabilir. Buradan hareketle; olumlu-istenen davranışlar için çocuğu arada sırada ödüllendirmek davranışın yerleşmesinde son derece etkilidir.
Çocuğa verilecek ödülün maddi değerinden çok, çocuğun ona ihtiyaç derecesini gözönüne alınmalıdır. Hep aynı tarz, aynı ihtiyaca yanıt verecek ödüllerden kaçınılmalıdır(Örneğin; sürekli oyuncak araba almak gibi). Ödülü çocuğa sunarken hangi davranışın sonucunda elde ettiğini mutlaka belirtilmelidir. Ödüller çocuğun beklemediği anda ihtiyacını gidermeli ki çocuk için anlamı büyük olsun.
Çocuklar için anlamı büyük ödüller sadece oyuncaklar, kıyafetler vb. maddi değer taşıyan ödüller değildir. Etkinlik ödülleri de çocuklar için çok değerlidir. Örneğin; babasıyla maça gitmek, değişik oyunların oynandığı mekanlarda bulunmak, maket-puzzle yapmak, basketbol oynamak gibi… Çocuğun beklemediği anda; toplum içinde olumlu davranışından övgüyle söz edilmesi gibi sosyal ödüller de son derece önemlidir.
Ödüllendirmede ağırlıklı etkinlik ödüllerini ve sosyal ödülleri tercih etmek; hem çocukta doyumsuzluk, maddeye düşkünlük yaratmaz hem de çocuğu geliştirir. Çocuk için kullanabilecek en etkili ödül ise; ona gösterilecek, verilecek ilgi ve sevgidir.

Dayak çocuğa şiddeti öğretiyor!
Çocuklara yönelik fiziksel şiddet, toplumsal gerçeklerden biridir. Sadece bizim ülkemizde değil, tüm dünyada gözlemlenen bir konudur. Düşünce ile eylem bazen çelişiyor. Anne babaların dayağa başvurma sebeplerinin başında, çocuğun davranışları karşısında aciz kalmaları geliyor. Çocuk, anne babanın istemediği, hoşuna gitmeyen, ters gelen bir takım davranışlarda bulunuyor. Burada anne baba önce çocuğunu sözlü olarak uyarıyor. Bütün uyarılara rağmen çocuk istenmeyen davranışı devam ettirdiğinde, hatta inadına yaptığında, anne baba istemese de çocuğuna vurmak durumunda kalabiliyor. Fiziksel şiddetin tamamen duygusal ve anlık yaşanan bir eylem olduğu ifade ediliyor. Çok bilinçli olan anne babalar bile bazen çocuklarıyla baş edemediği durumlarda kendilerini kontrol edemeyip, fiziksel şiddete başvurabiliyor. Ayrıca, her anne babanın uyarı tarzı, dozu farklı olabiliyor. Kimi hiç ikaz etmeden anında fiziksel müdahaleye başvururken, bazıları sabırla konuşmaya çalışıyor. İkazlara rağmen hala bir değişim olmuyor ve öfkenin de yoğunluğu artıyorsa, şiddet eylemi kaçınılmaz oluyor.
Her ne şekilde olursa olsun; gerek isteyerek, gerek istemeden şiddet karşısında çocuk fiziksel bir tacize maruz kalıyor. Ancak burada göz ardı edilen bir nokta var; çocuk yaşadığı bu fiziksel taciz karşısında, anne babanın istemediği davranışı ortadan kaldırmıyor. Yani fiziksel şiddet çocukta caydırıcı bir etki yaratmıyor. Hatta bazen aksine çocukta öfke gelişebiliyor ve istenmeyen o davranışını inadını sürdürebiliyor.
Anne babanın başkalarının yanında çocuklarını fiziksel yönden uyarmaları, onu çok daha ağır etkileyebilir. Böyle bir durumda çocuğun kişiliği zedeleniyor, kendini aşağılanmış ve değersiz hissediyor. Bu da doğal olarak anne babaya karşı olan öfkeyi arttırıyor. Kısacası dayağın sonucunda çocuk hep olumsuz duygular yaşıyor.
Çocuğun davranışının sebepleri araştırılmalıdır. Çocuğun her davranışının onun bir ihtiyacından kaynaklandığını biliyoruz. Anne babanın ilk yapması gereken şeyin çocuğun bu istenmeyen davranışının altında nelerin yattığının, örneğin; güç kazanmak mı, dikkat çekmek mi, yoksa karşısındaki insandan daha önce yaşadığı bazı olayların hesabını çıkarmak mı olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir. Bu tespitten sonra çocuğun ihtiyacının ne şekillerde karşılanması gerektiğinin düşünülmesi gerekiyor.
Çocuğun istenmeyen davranışlarını ortadan kaldırmanın çeşitli yöntemleri vardır. Anne baba bunları kendi tarz ve yöntemlerine göre bulmalı ve çocuğun anlayabileceği ve kendini iyi hissedeceği bir tarzda da uygulamalıdır. Örneğin, çocuk televizyon izlediği için ödevini yapmıyorsa, ona vurmak yerine, belirli saatlerde televizyon izlemesini yasaklamak daha uygun bir yaklaşım olur. Ancak bu tip cezalarda dikkat edilmesi gereken önemli nokta, yapılan davranışa verilen cezanın çocuk tarafından anlaşılabilir olmasıdır. Bu demek oluyor ki çocuk aldığı cezanın istenmeyen davranışı karşısında verildiğinin bağlantısını kurabilmelidir.
Şiddet çocukta şiddet eğilimi yaratıyor. Anne baba çocuğuna tokat vurduğu anda, aslında farkında olmadan ona dayağın bir çözüm yolu olduğunu gösteriyor. Diğer bir yandan da “Kardeşine vurma” diye uyarı da bulunabiliyor. Ayrıca aile herhangi bir konuya sinirlendiğinde kendisi de şiddete başvuruyor. Bu şekilde söylenen ve uygulanan tamamen çelişiyor. Doğal olarak çocuğun kafasının karışması nedeniyle anne babasından alması gereken uygun davranış modelini alamıyor. Bu nedenle çocuklara verilmek istenen mesajların hangi örnek ve hareketlerle açığa çıkarıldığına çok dikkat etmek gerekiyor. Psikologların kısaca dayak konusunda yaptıkları yorum, eğer çocuklarının sorunlarını şiddete başvurarak çözmelerini istemiyorlarsa, ailelerin de şiddete başvurmamaları gerektiği şeklindedir.
Eğitiminde dayak ne yazık ki her zaman varolan bir olgu. Öğretmenlerin bir bölümü en kolayını seçiyorlar ve sonuçlarını düşünmeden şiddete dayalı cezalar uyguluyorlar. Tokat atmayı veya kulak çekmeyi dayaktan bile saymıyorlar. Öğrencilerin önemli bir bölümü bu tür cezaları önemsemiyor. Velilerin çoğunlukla bundan haberi olmuyor. Çünkü çocuklar “Öğretmenim beni dövdü” diye babasına veya annesine gittiğinde ondan da dayak yeme olasılığı bulunduğunu düşünerek gizli tutuyorlar. Kendileri de dayağa dayalı eğitim almış olan anne, baba ve öğretmenler bu soruna olması gerektiği gibi yaklaşmıyorlar. İyi öğretmen öğrencisini sevmeli ve onu dayağın hiç sözkonusu olmadığı bir ortamda eğitmelidir. Her öğretmen iyi öğretmen olmak zorundadır ve herkes öğretmenlik yapmak zorunda değildir.
* Öğretmenlere Çağrı
Öğrencilere şiddete dayalı cezaların hiçbirini uygulamaya kimsenin hakkı yoktur. Tokat atmak, eline cetvelle vurmak, kulak çekmek, hakaret etmek, acı ve utanç verici davranışlardır. Bütün bu davranışlar suçtur. Öğrencilerini dayakla eğittiğini övünerek anlatmak bir kişilik bozukluğudur. Dayak atmadığı halde atılmasına neden olan öğretmenler de kendilerini vicdanen rahat hissetmemelidir. Bazı okullarımızda kendileri dayak atamayan öğretmenlerin yerine görev yapan “Dayaktan sorumlu müdür yardımcısı” bulunuyor. Cezalandıracakları öğrencilerini bu müdür yardımcısına göndererek gerekli cezanın verilmesini sağlıyorlar. Öğretmen olunduğu gün söz verilmelidir: “Asla dayak yok” diye. Bu sözü verilemiyorsa öğretmenliğe hiç başlanmamalıdır.
* Velilere Çağrı
“Dayak cennetten çıkmadır.” “Eti benim kemiği senin.” Bunlar atasözleri olamaz, olsa olsa “ilkel sözlerdir”. Çocuklara eğitimin bir parçası gibi sunulmaya çalışılan şiddet uygulanmasına göz yumulmamalıdır. Yasal yollara başvurulmalıdır.
* Yöneticilere Çağrı
Dayağı alışkanlık haline getirmiş öğretmenlerin meslekten uzaklaştırılması için gerekli çabayı gösterilmelidir. Okullarınızda dayak atmakla görevli(!) yardımcılar bulunmamalıdır. Disiplin dayakla sağlanamaz, sağlanmış gibi görünür.

K A Y N A K Ç A

* Atabek, E. (1998). Çocuklar, Büyükler ve Tavşanlar. Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.

* http://www.basarm.com.tr/yayin/tip/cocuk/cocukicin.htm>

– Adler, A. (1996) . Sorunlu Okul Çocuğu. (Çev.: Kamuran Şipal). Cem Yayınevi, İstanbul.
– Bradshaw, J. (1995). Ailenizi Keşfedin. (Çev.: Gülden Şen). Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.
– Clark, L. (1996). SOS! Anababalara Yardım. (Çev.: Gültekin Yazgan). Evrim Yayınevi, İstanbul.
– Dodson, F. (1995). Çocuk Yaşken Eğilir. (Çev.: Seçkin Selvi) . Özgür Yayınları, İstanbul.
– Dökmen, Ü. (1994). Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati. Sistem Yayıncılık, İstanbul.
– Freedman,J. L. Sears D.O. Carlsmith, J. M. (1993). Sosyal Psikoloji. (Çev.: Ali Dönmez). İmge Kitabevi, Ankara.
– Gander, M. J. Gardiner, H.W. (1993). Çocuk ve Ergen Gelişimi. (Çev.: Bekir Onur). İmge Kitabevi, Ankara.
– Gordon, T. (1996). E.A.E.’ de Uygulamalar. (Çev.: Emel Aksay). Sistem Yayıncılık, İstanbul.
– Heimel, C. (1996). Eğer Bensiz Yaşayamıyorsan Niçin Daha Ölmedin. (Çev.: İrem Kutluk). (s.181-185) Sarmal Yayınevi, İstanbul.
– Navaro, L. (1987). Beni Duyuyor musun. Ya-Pa Yayınları, İstanbul.
– Parten, M.B. (1932). Social Participation Among Pre-School Children. Journal of Abnormal and Social Psychology 27: 243-269
– Türközü, U. (1996). Anne-Baba Tutumları. Bilgi Test Dersanesi Yayınları, İstanbul
– Yörükoğlu, A. (1994). Çocuk Ruh Sağlığı

* www.süperanne.com
* www.cankayaram.gov.tr

Destekegitimi
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.