MARKA BAĞIMLILĞI TAKINTI MI?
TAKINTILAR KONUSUNDA YETERİNCE KAYGILI MIYIZ?
Günlük yaşantımızda bir çok takıntı gözümüze batar ve bu takıntılardan kurtulma yoluna gideriz. Ancak iş marka bağımlılğına gelince önümüze Çin seddi gibi kocaman bir “Marka Değeri” savunması çıkıverir. Bir anda gözden geçirmeyi unuturuz. Nasılsa bu marka değerlerine nail olan her türlü ürün, bizim tarafımızdan yeniden değerlendirilemez şekilde kodlanmıştır. Bu kodlamanın temel mantığını arka planda geçen çetin pazar savaşları oturtmaktadır. Boşuna yüz yılın başındaki Sosyal Psikoloji gibi idealist bir kavramı yerleştirmeye çalışmadı kapitalizm. Şunu da söylemeden geçmemek lazım, nesnel koşulları belirleyen bu güç aynı zamnda pazar bileşenlerini de belirledi. Bu bileşenlerin içinde elbetteki tüketiciler de var.
Esasında, kavramların içinde bu kadar boğulmadan açıklanacak yalın gerçekler var. Tüketim malzemelerine yüklenen işlevle ilgili bu. Örneğin aynı görüntü pikseline sahip, aynı dijital özelliklerde, aynı renkte ve aynı malzemeyle yapılıp aynı garanti süresinde olan iki ürün arasındaki farkın abartılı olmasını ancak tüketicinin marka tutkusuyla açıklayabiliriz. Bu tutkunun bağımlılıkla eşdeğer tutulmasında bizce bir sakınca yok. Bu psikolojik şekil alışın sonuçlarına da katlanmak yine ülkelerin geniş kitlelerine düşmektedir.
Bu gün Nokia, IBM, Microsoft, BMW, Mercedes gibi marka değerlerinin en parlak yıllarını yaşayan firmaların ürünleri kalite marka oratntısını taşımaktan uzaktır. Bir çok tanınmamış markanın ürünlerinin nitelik açısından çok daha yüksek ölçülere sahip olduğuna sıkça tanık oluyoruz. Yine bununla kalmayıp, fiyat performans oranıyla en yükseği hakeden ürünlerin, marka açısından “değersiz” olduğunu görüyoruz.
Tüm üretim bileşenleri içersinde insan unsurunun da giderek benzer değerlerle donatılmaya çalışıldığı günümüzde direnmek için, çok çalışmalı, çok okumalı ve dinamik öğrenmenin yandaşı olmalıyız.
Şahbender Korkmaz