Keloğlan’ın Ali Cengiz Oyunu
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir Keloğlan varmış. Keloğlan’ın dünyada bir anasından başka kimsesi yokmuş.
Keloğlan komşuların sürülerine çobanlık yaparak hayatını kazanır, günlerini dağlarda, bayırlarda sürü peşinde dolaşarak geçirirmiş.
Artık koca bir delikanlı olan Keloğlan, anasına evlenmek istediğini söylemiş. Anası:
– Oğlum, demiş, sen çobanlık ederek ancak ekmeğimizi getirebiliyorsun. Bir de evlenince karını nasıl geçindireceksin?
Keloğlan gülerek:
– Anacığım, demiş, her şeyin bir çaresi bulunur. Hele sen beni evlendir!
Kadıncağız düşünmüş. Eve bir gelin gelecek. Kendisine yardımcı olacak. Oğluna sormuş:
– Peki oğlum, sana hangi kızı isteyeyim?
Keloğlan demiş ki:
– Hangi kızı isteyeceksin, padişahın kızını…
Oğlundan böyle bir yanıt beklemeyen kadın, şaşırmış. Oğluna :
– Sen şaşırdın mı, demiş, hiç padişah sana kızını verir mi? Beni kapıdan kovarlar…
Keloğlan:
– Yok, diye Yanıt vermiş, sen merak etme! Benim ne kusurum var ki? Aslan gibi delikanlıyım. Padişah, kızını bana vermeyecek de, kime verecek? Haydi sen yarın sabah saraya git, padişaha çık, kızını istediğimi söyle!
Keloğlan’ın ısrarı karşısında kadın kovulmayı da göze almış.
Ertesi sabah en yeni elbisesini giyerek saraya gitmiş. Kapıcılar, buna kimi istediğini sormuşlar. Padişahı göreceğini söyleyince:
– Dur, demişler, haber verelim de kabul ederse görürsün!
Kapıcılardan biri yukarıya çıkarak bir kadının padişahı görmek istediğini söylemişler. Padişah, kendisini görmek isteyen kadını merak etmiş. Yanına getirmelerini söylemiş. Saray adamları Keloğlan’ın anasını yanlarına almışlar, bahçelerden, sofalardan geçip merdivenlerden çıkarak padişahın odasının önüne getirip bırakmışlar.
Zavallı kadıncağız korkudan titremeye başlamış. İçeri girse bir türlü,girmese bir türlü…Ya padişah bunu kovarsa? O zaman ne yapacak? Belki de oğlunu cellatlara verir… Ama böyle düşünüp durmanın da yeri yok. Ne olursa olsun içeriye girmek lazım…
Eli titreye titreye kapıyı açmış, içeriye girmiş. Padişah tahtında oturuyormuş. Bunu görünce, kaşlarını çatarak:
– Gel bakalım, demiş, ne istiyorsun?
Kadın korkup önüne bakmış, bir şey söylememiş. Padişah bu sefer :
– Biraz yaklaş, demiş, ne istiyorsan çabuk söyle!
Padişahın sert sözlerinden ürken kadın, ona doğru birkaç adım daha atarak söze başlamış:
– Padişahım… Benim… Bir oğlum var… Adı Keloğlan… Şey…
Padişah:
– Peki, ne olmuş, çabuk söyle!
Diye sözünü kesince:
– Söyleyeceğim ama, demiş, bana kızarsanız diye korkuyorum. Bana darılmamanızı, kusura bakmamanızı dilerim…
O zaman padişah, biraz yumuşak sesle:
– Darılmam, darılmam, demiş, söyle, dinliyorum…
Kadın, padişahın yavaş sesle konuştuğunu görünce, geniş bir nefes alarak söze başlamış:
– Oğlum çobanlık yapar… Komşuların sürülerini otlatır. Evi koyun sahiplerinden aldığı paralarla idare eder. Dün sabah yanıma gelerek evlenmek istediğini söyledi. Ona, bir çoban olduğunu, herkesin kızını alamayacağımızı söyledim. Bana darıldı. “Arslan gibi adamım, ne kusurum var ki” dedi. Sizden kızınızı istememi söyledi. kusura bakmayın… Bende kabahat yok…
Padişah, biraz güldükten sonra:
– Bunda kızacak ne var ki, demiş. Genç değil mi, elbette ister. Ben de ona kızımı veririm ama, bir şartla. Ali Cengiz oyununu öğrenir de gelirse kızımı alır…
Kadın, hiç beklemediği bu yanıt karşısında şaşırmış. Sevinerek padişahın yanından ayrılmış. Koşa koşa eve gelerek oğlunu bulmuş:
– Padişah sana kızını verecek ama, demiş, Ali Cengiz oyununu öğrenip de gelmesi lazım, dedi. Bu oyunu ne kadar çabuk öğrenirsen, padişahın kızını da o kadar çabuk alacaksın!
Keloğlan:
– Ondan kolay ne var, demiş, hemen gidip Ali Cengiz’i bulalım. Oyunlarını öğrenelim…
O memlekette Ali Cengiz adında biri varmış. Birçok oyunlar bilirmiş. Kendi oyunlarını öğrenmek isteyen delikanlıları yanına alır, kırk günde bütün oyunlarını öğretirmiş. Kırkıncı günü onlara:
– Öğrendiniz mi? diye sorarmış.
Eğer delikanlılar:
– Öğrendik, derlerse, hemen onları mağaraya indirip kesermiş. Çünkü onlardan birinin kendi yerine geçeceğinden korkarmış.
Keloğlan’la anası Ali Cengiz’i bulmak için yola çıkmışlar. Az gitmişler, uz gitmişler, dere, tepe, düz gitmişler, bir dağ eteğine varmışlar. Yoruldukları için biraz dinlenmek üzere çimenlere oturdukları sırada, karşılarına bir adam çıkıp:
-Buralarda ne işiniz var? diye sormuş. Kadın hemen yanıt vermiş:
– Oğlum Ali Cengiz oyununu öğrenmek istiyor da Ali Cengiz’i bulmaya gidiyoruz.
Meğerse karşılarındaki adam Ali Cengiz’in kendisi imiş. Kadına:
– Ali Cengiz benim, demiş. Oğlunu bana bırakırsın. Ona kırk günde bütün oyunlarımı öğretirim. Kırk birinci günü gelip oğlunu alır, gidersin…
Kadın, ”peki” diyerek Keloğlan’ı yanına alarak evine götürmüş. Evinde karısı ile bir kızı varmış. Keloğlan’ı boş bir odaya kapayarak sokağa çıkmış. Ali Cengiz gittikten sonra, ana kız bu kel kafalı çobana acımışlar. Kız, Keloğlan’ın bulunduğu odanın penceresini açarak:
– Keloğlan, demiş, babam sana kırk gün içinde bütün oyunlarını öğretir. Kırkıncı günü akşamı, ”öğrendin mi?” diye sorar. Eğer sen, ”öğrendim” diye yanıt verirsen bu senin sonun demektir… Çünkü babam, kendisinin yerine geçeceğinden korkar. Onun için,”öğrenmedim” diye yanıt verirsin. O zaman seni bırakır…
Keloğlan bunu öğrendikten sonra odada Ali Cengiz’i beklemeye başlamış. Çok geçmeden Ali Cengiz gelmiş. Oyunları Keloğlan’a öğretmeye başlamış. Kırk gün içinde Keloğlan’a bütün oyunları öğretmiş. Kırk birinci günü onu karşısına alıp sormuş:
– Oğlum, Ali Cengiz oyununu öğrendin mi?
Keloğlan:
– Öğrenmedim amca, diye yanıt verince, Ali Cengiz:
– Haydi oradan, demiş, sen de kafasız adamsın be?
Keloğlan hiç yanıt vermemiş. Ertesi sabah anası onu almaya gelmiş. Ali Cengiz, kadına da:
– Senin oğlun çok aptal, demiş. Kırk gündür oyunlarımı öğrettiğim halde öğrenemedi. Al da hayrını gör!
Kadın hiç sesini çıkaramamış. Keloğlan’ı yanına almış. Sokağa çıkmışlar. Memleketlerinin yolunu tutmuşlar. Ormandan geçerlerken avcılara rastlamışlar. Avcılar, tavşan peşinde dolaşıyorlarmış. Keloğlan anasına demiş ki:
– Ben şimdi tazı olup tavşanı yakalayacağım. Avcılar beni senden satın almak isteyecekler. Beş altına satarsın. Ama sakın boynumdaki tasmayı verme! Verirsen beni ölmüş bil!
Keloğlan, sözünü bitirince bir tazı olmuş. Çalılar arasından sıçraya sıçraya kaçan bir tavşanın arkasından koşup onu yakalayarak götürmüş, avcıların önüne bırakmış. Avcılar uçar gibi koşan bu tazıya bayılmışlar. Kadına gidip onu satın almak istediklerini söylemişler. Pazarlığa girişip beş altına uyuşmuşlar.
Tekrar tavşan peşinde dolaşmaya başlamışlar. Çalılar arasından yine bir tavşan çıkmış. Tazı tavşanın arkasından koşup dağa kaçmış. Orada hemen bir adam olup elinde balta ile ağaç kesmeye başlamış. Avcılar tazıyı aramak için arkasından dağa çıkmışlar. Bakmışlar orada bir adam balta ile ağaç kesiyor. Ona sormuşlar:
– Oduncu başı… Buradan bir tazı geçti mi?
Keloğlan:
– Şimdi geçti, şu tepeyi aştı, diye yanıt vermiş.
Avcılar o tarafa doğru gidince, Keloğlan anasını bulmuş, tekrar yola koyulmuşlar.
Onlar gide dursunlar… Ali Cengiz, Keloğlan’ın kendi oyunlarını tamamen öğrendiğini, kafasını kestirmemek için “öğrenemedim” diye yalan söylediğini haber alıp onu ele geçirmek üzere peşine düşmüştür.
Ali Cengiz gele dursun… Keloğlan anasına demiş ki:
– Ben şimdi bir koç alacağım. Boğazıma ip takar, beni pazara götürürsün. On altından aşağıya satma. Boynumdaki ipi çıkar, beni sattığın adama öyle ver. Eğer ipimle beraber verirsen beni bir daha göremezsin!
Keloğlan o anda boynuzları kıvrım kıvrım iri bir koç olmuş. Anası onun boğazına bir ip takmış. Çekip pazara götürmüş. Bu güzel koçu almak için birçok adam kadının başına toplanmış.
Ali Cengiz de o sırada pazara gelmiş bulunuyormuş. Kadını tanımış. Hemen yanına gelerek:
– Koçu kaça satıyorsun? diye sormuş. Kadın, Ali Cengiz’i tanımamış:
– On altına veririm, diye yanıt vermiş.
Ali Cengiz:
– Ben yirmi altın veriyorum, demiş, ama boğazındaki iple beraber isterim…
Kadın yirmi altını duyunca, oğluna verdiği sözü unutmuş. Ali Cengiz’den yirmi altını almış. Koçun ipini ona uzattığı sırada, Keloğlan bir serçe olup uçmaya başlamaz mı? Ali Cengiz de o anda bir kartal olup serçenin arkasından uçmaya başlamış. Serçe gitmiş, kartal gitmiş, tam kartal serçeyi kapacağı sırada, Keloğlan bir demet gül olup sarayın penceresinden padişahın kızının kucağına düşmüş.
Sultan Hanım, gökten inen bu gül demetine o kadar bayılmış ki, durmadan kokluyormuş. Koşup babasına göstermeye gittiği sırada, Ali Cengiz bir dilenci olup padişaha çıkarak:
– Elimdeki gül demetini bir kuş kaptı, demiş, uçarken pencerenizden içeriye düşürdü. Vermenizi rica ederim.
O sırada Sultan hanım da elindeki gülü babasına uzatıyormuş. Dilencinin böyle söylediğini görünce:
– Babacığım, demiş, bu gül benim kısmetimdir. Onu veremem!
Padişah:
– Olmaz kızım, demiş, sahibi gelmiş, istiyor. Vermen lazım!
Kız, vermek istememişse de, babasının kaşlarını çatarak bakması üzerine gül demetini dilenciye uzatmış. Dilenci kıyafetindeki Ali Cengiz, daha elini demete sürmeden, Keloğlan darı olup yerlere serpilmiş. Bunu gören Ali Cengiz hemen bir tavuk olup civcivler çıkarmış. Civcivler yerlerdeki darıları yemeye başlamışlar. Keloğlan bakmış ki işler fena… Hemen bir tilki olup tavuğu da, civcivleri de yemiş…
Padişahla kızı bu olaylar karşısında bir şey anlayamamışlar. “Acaba etrafımızda cinler mi dolaşıyor? Yoksa rüya mı görüyoruz?” diyerek birbirlerinin yüzlerine bakarlarken, tilki şeklindeki Keloğlan birdenbire güzel bir delikanlı olup ortaya çıkmış.
Karşılarında kendileri gibi bir insan görünce padişahın da , kızın da yüreğine su serpilmiş.
Keloğlan demiş ki:
– Padişahım, ben Keloğlan’ım. Anamı evvelce size göndererek kızınızla evlenmek istediğimi söylemiştim. O zaman siz, anama “Oğlun Ali Cengiz oyununu öğrenirse kızımı veririm” demiştiniz. Onun üzerine ben gidip Ali Cengiz oyununu öğrendim. Biraz evvel burada size ustamla birlikte Ali Cengiz oyununu gösterdik. Onu yendim. Şimdi bu dünyada benden başka Ali Cengiz oyununu bilen yoktur. Ben sözümde durdum. Siz de sözünüzde durarak kızınızı bana veriyor musunuz?
Padişah, karşısındakinin Keloğlan olduğunu anlayınca, biraz düşünmüş. Anasına hakikaten söz verdiğini hatırlamış. Sözden dönmek olmaz. Dönmek istese bile ya Keloğlan kendisine de bir Ali Cengiz oyunu oynarsa? Olur ya… O zaman ayıkla pirincin taşını… Hem verdiği sözü tutmamak büyüklüğe de yakışmaz.
Keloğlan’a:
– Seni kendime damat yaptım, demiş, bugünden itibaren düğününüz başlayacak…
Keloğlan hemen koşup padişahın elini öpmüş. O günden itibaren kırk gün, kırk gece düğün yapılmış. Keloğlan ile sultan evlenmişler. Onlara masal…Bizlere sağlık…
Bu masalı her dinlediğimde veyahutta okuduğumda, rahmetli babaannemi anımsarım. Uzun kış gecelerinde, köyde, soba yanıyorken ve gaz lambası altında anlatır ve mışıl mışıl uyumamızı sağlardı. Ruhun şâd olasın babannem benim.