Cumhuriyet Bayramı Piyesi
Cumhuriyet Bayramı hazırlıkları başladı. Daha doğrusu bir çok program hazır bile. Eğitimci arkadaşlar, hafta sonları evlerinde de çalışarak Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ile ilgili hazırlıkları yaptı. Cumhuriyet Bayramı Piyesi sitemizde 2008 yılından beri olmakla birlikte yine bu yazıyı ilk sayfaya taşıma gereği hissettik. Cumhuriyet Bayramı Piyesi istekleri yanında Cumhuriyet Bayramı ile ilgili tiyatro çalışmaları da sitemizden yoğun olarak talep edilen konulardan. Cumhuriyet Bayramı şimdiden kutlu olsun. Eğitimci dostlarımızdan Cumhuriyet Bayramı ile ilgili paylaşımları da destekegitimi.com ekibi olarak beklediğimizi bir defa daha belirtelim.
KİŞİLER
Ali ………………İstasyon Şefi
Fatma…………..Alinin Karısı
Mahmut………..Makasçı
Gülsüm…………Bir Köylü Kadını
Sıdıka…………..Mahmut’un Karısı
Nahit…………..Ali’nin Çocuğu
Vahit………….Ali’nin Öteki Çocuğu
I. Öğrenci
II. Öğrenci
Çocuk
I. Düşman
II. Düşman
III. Düşman
IV. Düşman
Düşman Askerleri (5-6 öğrenci)
I. PERDE
Perde kapalıdır. Sağdan iki öğrenci girer. Okul elbiselerini giymişlerdir.
I. ÖĞRENCİ: – Aman Ali Dayı’yı bir an evvel bulalım da bize Kurtuluş Savaşını anlatsın.
II. ÖĞRENCİ: – Ben pek iyi anlayamadım. Neden öğretmen bize Ali Dayı’yı bulun da onun serüvenini dinleyin dedi?
I. ÖĞRENCİ: – Çünkü Ali Dayı Kurtuluş Savaşında çok büyük kahramanlık yapmış da ondan..
II. ÖĞRENCİ: – Yaaa..
I. ÖĞRENCİ: – Elbette… Sen onun bu yaşlı haline bakma… Bak bak bak (Eliyle işaret ederek bağırır). Ali Dayı, Ali Dayı…
ALİ: – (Ses uzaktan) Ne var?
I. ÖĞRENCİ: – Bizi öğretmen gönderdi. Sizinle konuşacağız.
ALİ: – Her yıl. Her yıl aynı öyküyü anlatıyorum. 29 Ekim geldi mi sizin öğretmen iki çocuğu bana gönderir ve o günkü serüveni anlattırır.
II. ÖĞRENCİ: – Biz kimi şeyler biliyoruz… Mustafa Kemal 26 Ağustos Zaferi için Akşehir’e gelmiş…
ALİ: – Yaaa… Öyleydi. Mustafa Kemal saldırı bölgesi gerisindeki Şuhud Kasabasına karargahını yerleştirmişti.
I. ÖĞRENCİ: – Sonra?
ALİ: – Anlaşıldı. Size ilk baştan anlatacağım. 22 Ağustos sabahı Mustafa Kemal Kocatepe’ye geldi.
II. ÖĞRENCİ: – Evet… Buralarını biz de biliyoruz.
ALİ: – Ben bir istasyonda şeftim. İstasyon lojmanında karım ve çocuklarımla oturuyorduk.
II. ÖĞRENCİ: – Fatma Hanım Teyzem ha…
ALİ: – O kadın da çok acı günler gördü. Öyle günler oldu ki asker trenine odun toplamaktan..
I. ÖĞRENCİ: – Odunu ne yapıyorlardı?
ALİ: – Lokomotif için… Asker trenden iner, odun toplardı. Ancak kazan yandıktan sonra katar hareket ederdi.
II. ÖĞRENCİ: – Sonra Ali Dayı?
ALİ: – Yine o günlerde idi. Ordularımız Karahisar’ın güneyine doğru saldırıya geçmişlerdi. Benim küçük istasyonumda inlerle, cinler top oynuyordu. Ben de kapı önüne çıkmış treni bekliyordum. Odada ise karım vardı.
(Son cümle ile beraber üçü de ilerlemiş ve sahnenin sonuna gelmişlerdir. Soldan çıkarlarken perde açılır).
II. PERDE
Küçük bir istasyon odası. Bir masa üzerinde telgraf aygıtı ve eldek.. Bir, iki iskemle… Gişe…
Büyükçe bir sandık. Kapı önünde bir kampana…
FATMA: – (Sahnede yalnızdır. Odayı toplarken kocasını çağırmaktadır). Ali.. Huuu Ali… Duymuyor musun bizim yumurcağın sesi yukardan geliyor? Kapı önünde pinekleyeceğine sustur onu.
ALİ: – (Ses uzaktan gelir. Birinci perdedekine oranla çok gençtir). Sırası mı şimdi? Posta treni gelir diye gişeyi açtım. 508 katarını bekliyorum.
FATMA: – (Seslenerek) 610 katar daha geçmedi ki…
ALİ: – (Sahneye girer, üzerinde ihtiyarlıktan eser kalmamıştır). Bunun da geçeceği yok. Ama belli olmaz işte. Bakarsın ki gelivermiş… Biz gişeyi bir defa açalım da.
FATMA: – Sen otur da cinlerle perilere bilet sat.
ALİ: – Belli olmaz dedik ya… 508 katar bu…
FATMA: – Katar gelse bile yolcu çıkmaz. Sen de laf olsun diye gişeyi açtın. Kim gelecek ki?
ALİ: – Ne bileyim? Gelecekler benim davetlim değil ya… Yolcu bu… Bakarsın ki bizim istasyonda ineceği tutar. Canı isterse de buradan biner, gider.
FATMA: – İlahi Bey. Bu kıyamet gününde kim yola çıkar? Bırak Allah’ını seversen. Yukarda yumurcak ağlıyor (Yukarıdan çocuğun ağlaması işitilir).
ALİ: – İşte bir bu eksikti. Git şu çocuğu sustur.
FATMA: – Ali Efendi, sen de durmadan benimle uğraşırsın. Trenin gelmez, hıncını benden alırsın. Maaşlar üç ayda çıkmaz, Fatma’ya çat, hat bekçisi kaytarmış, o da Fatma’nın kabahati. Sabahtan akşama dek küçük ile uğraştığım bana yeter.
ALİ: – Ver efendim çocukları Vahit ile Nahide… Adeta kocaman adam oldular. Onlar bakıversinler.
FATMA: – Tam buldun adamını… Onları evde tutabilirsen tut. Çıplak ayak rayların üstünde dolaşmaktan başka bir şey yaptıkları yok.
ALİ: – Sen de bırakma evden.
FATMA: – Laf dinledikleri yok ki. İşleri güçleri oyun oynamak.
ALİ: – Pekala.
FATMA: – Ne o? Kızdın gene.
ALİ: – İşim varken meşgul etme diyorum sana.
FATMA: – Şimdi de yeni bir şey çıkardılar. Kelebek peşinde koşuyorlar.
ALİ. – Pekala… Pekala.
FATMA: – Sana laf söylemeye gelmez ki…
ALİ: – İşim varken meşgul etme diyorum sana.
FATMA: – (Alaycı). Ne iş, ne iş… Kendine kıymet veriyorsun ayol. Alt tarafı bir istasyon. Kuş uçmaz, kervan geçmez.
ALİ: – Posta treni.
FATMA: – Bir haftadır aynı saatte bekliyorsun da yine gelmiyor. Daha çok beklersin, gelecek diye.
ALİ: – Böyle karışık zaman da işler tıkırında gidecek değil ya.
FATMA: – Kapa gişeyi de, çık yukarı uzan.
ALİ: – Yooo hanım. Bir istasyon şefi komutan gibidir. Görevi önemlidir. Bir çok insanın canı ondan sorulur. Gereğinde saat gibidir. Saniye şaşmaz.
FATMA: – Bu ana baba günleri için değil.
ALİ: – Bilakis. Bugünler içindir.
FATMA: – Seninle gevezelik yaparken vallahi yemeğim yanacak.
ALİ: – İş saatinde benim kafamı şişireceğine git de yemeğine bak.
FATMA: – Ah benim kahraman kocacığım. Kendini Dağbaşı istasyonunda bir şey zannediyorsun. Burası dağ başı. Sen olsan da olmasan da tren buradan geçecektir.
ALİ: – Anladık hanım, anladık. Bir şey dediğimiz yok bizim.
FATMA: – Mahmut’ u makasa yolladın mı?
ALİ: – Hanım sen kendi tencerene bak. Yemeğin yanmıştır bile.
FATMA: – Hep böyle söylersin. Ben olmasam vallahi istasyon altüst olur. Trenler devrilir, vagonlar makastan çıkar. Seni kaç gece uyandırdım? Haydi onu da inkar et. Ben olmasam gece trenleri kendiliğinden gelir, istasyon şefi hazretlerini bulamadan kendiliklerinden kalkar, giderler.
ALİ: – Devenin başı. Seni İşletme Müdürü işitse vay benim başıma gelen.
FATMA: – Bir çıkarsalar da rahat etsek. Güldüğüme bakma Ali. Bu zamanda bu dağbaşındaki istasyonda kalmak bana korku veriyor. Düşünmeyeyim diye sesimi çıkarmıyorum. Hele akşamları. Güneş batınca o çakalların bağrışları… Yakından gelen top sesleri de başka.
ALİ: – Bunlar hayra alamet Hanım. Top sesleri yaklaştıkça sevin. Çünkü bizimkilerdir onlar.
FATMA: – Sevinmiyor muyum zannediyorsun? Seviniyorum. Seviniyorum ama korkuyorum da. Sen, ben, üç çocuk, Mahmut, genç karısı… Sonra da pek uzak olmayan düşman birlikleri.
ALİ: – Haydi, haydi. Kafanı fena şeylere yorma. İş olacağına varır. Her Türk’ün kalbi yanık. Koca memleketin içi ağlıyor. Yalnız biz bu halde değiliz ki.
FATMA: – Sana bir şey söyleyeyim (Bu sırada telgraf aygıtının çalıştığı ve eldekten kesik kesik sesler çıktığı duyulur).
ALİ: – (Telaşlı) Beni yalnız bırak. Haydi hanım beni yalnız bırak.
FATMA: – Ne var canım bu kadar telaşlanacak? Eldek ilk kez işlemiyor ya (Eldek çalışmaktadır).
ALİ: – Haydi hanım beni yalnız bırak dedim sana.
FATMA: – Yüzün de sarardı. Noluyor söylesene…
ALİ: – Haydi hanım iş zamanı şimdi.
FATMA: – Gidiyoruz dedik. Zaten yemeğim de yanacak.
ALİ: – Acele et (Fatma çıkar. Ali gişeyi acele ve sert bir biçimde kapar).
FATMA: – (Tekrar girer) Geri döndüm geldim. Nedir bu telaşın canım?
ALİ: – Kadın kısmı her şeye karışmaz.
FATMA: – Betin benzin kül gibi. Yoksa posta treni kazaya mı uğradı?
ALİ: – (Telaşlı) Hayır hayır. Bir şey yok. Koş çocukları ara. Ben de kampana çalacağım (Telaşla kampana çalar)
FATMA: – N’oluyorsun Ali efendi? Seni hiç bu kadar telaşlı görmemiştim.
ALİ: – Sana çocukları bul diyorum.
FATMA: – Bir şey mi var? Bir tehlike haberi mi aldın? Yoksa düşman bu kadar yakınımıza mı geldi? Söyle diyorum. Dizlerimin bağı çözüldü.
(Ali tekrar kampana çalar).
FATMA: – (Devamla) Ortalığı kargaşaya veriyorsun… Herkesi başına toplamak ister gibi bir halin var.
ALİ: – Zihnimi karıştırma hanım. Beni yalnız bırak.
FATMA: – Bir ayna olsa da yüzüne baksam.
ALİ: – Böyle yanımda konuşacağına koş da Mahmut’u bul. O bana şimdi çok lazım. Sen de çocukları ara.
FATMA: – Pencereden baksana. Mahmut Efendi kampana sesini işitti, koşuyor. Adamcağızı da telaşa verdin.
ALİ: – O bizim parolamız. (Seslenerek) acele ol Mahmut.
MAHMUT: – (Sesi uzaktadır) geliyorum. Geliyorum.
(Mahmut girer)
ALİ: – Posta gelmiyor. Marşandiz geçecek.
MAHMUT: – (Nefes nefese) O beyim? Bu hesapta yoktu.
ALİ: – 508 katara yol vermemişler. Başka bir katar var. Bir marşandiz.
MAHMUT: – Anlamadım beyim.
FATMA: – Ben de bir şey anlamadım zaten. Gideyim bizim çocukları bulayım
(Fatma çıkar).
ALİ: – Dinle beni Mahmut. Burası bir dağbaşı istasyonudur. İn geçmez, cin olmaz. Fakat bazen öyle küçük şeyler vardır ki büyük davalara hizmet ederler.
MAHMUT: – Anlamadım Bey.
ALİ: – Biraz sonra anlayacaksın.
MAHMUT: – Telaşlanmışa benziyorsunuz.
ALİ: – (Sakin konuşmaya gayret ederek) Yok canım telaşlanmıyorum. Yalnız (Duraklar) kaç gündür boşboşuna posta bekledik. Hiçbir haber çıkmadı (Top sesleri duyulur.) Noluyor?
MAHMUT: – Anlayamıyorum.
ALİ: – İstasyonu bırakıp gidemiyoruz ki bir haber alalım.
MAHMUT: – Ben de Çınarcık Köyü’ne gidip ebeyi getirmek istiyordum.
ALİ: – Vakit geldi mi?
MAHMUT: -Dün akşamdan beri bizimkinin ağrısı tuttu.
ALİ: – Demek o kadar oldu. Fatma’ya haber salsam öyleyse.
MAHMUT: – Bizimki çocuk Ali Bey, utanıyor.
ALİ: – Böyle şeyde utanmak olur mu? Hanıma söyleseydiniz. Evet neredeyse gelir.
MAHMUT: – Ali Bey benimle konuşurken aklın başka yerde gibi. Sanki ilk kez bir marşandize yol veriyorsun.
ALİ: – Evet ilk kez böyle bir marşandize yol veriyorum.
MAHMUT: – Her halde postanın gecikmesi seni de üzdü. Öyle ya üç aydır maaş yok. Erzak da çıkmıyor.
ALİ: – Bu zamanda kim kime, dum duma. Belli olmaz. Hem işin önemli tarafı bu değil.
MAHMUT: – Ya nedir?
ALİ: – Çok önemli. Onun için kendi dertlerimizi düşünecek zaman da değildir.
MAHMUT: – İyi ama. İşittiğime göre bizim ordunun durumu çok iyimiş. Düşman daima kuşatılmış.
ALİ: – Kimden aldın bu haberleri?
MAHMUT: – Geçenlerde Çınarçık’tan gelen o yaralı adam anlattı. Hani istasyonda postayı bekledi, bekledi de gelmeyince yaya yola çıktı. İşte o adam anlatıyordu.
ALİ: – Yaaaa.
MAHMUT: – Mustafa Kemal Paşa için, yaman adam diyor. Onu yakından görmüş, konuşmuş da.
ALİ: – Yok canım, konuşmuş demek.
MAHMUT: – Orduları çok başarılı yönetiyormuş. Diyor ki düşman neredeyse bozgun verecek. Mustafa Kemal’in bir bildiği varmış.
ALİ: – Başka ne anlattı?
MAHMUT: – Çocuklar bile silaha sarılmışlar. İnsan bunları duyunca burada dağ başında kaldığına yanıyor. Elimiz kolumuz bağlı bir iş yapamıyoruz.
ALİ: – Belli olmaz Mahmut. Bakarsın ki aylarca bir iş yapmadan oturursun. Bir de zamanı gelince öyle bir iş yaparsın ki hiç belli olmaz.
MAHMUT: – Bizimki de ne ki? Marşandiz geldi, aç makası, posta gitti kapa. Bunlarla uğraşmaktan utanıyorum vallahi.
ALİ: – Belli olmaz Mahmut. Belli olmaz. Bu öyle bir kavga ki küçükten en büyüğe dek çarpışacaksın. Bir de bakarsın ki küçük bir dağ başı istasyonunda birkaç dakika içinde öyle şeyler olur ki zaferde ismi geçer. Belli olmaz Mahmut. Belli olmaz.
MAHMUT: – İşte bir marşandiz geliyor. Açacağız makası yol vereceğiz tamam.
ALİ: – Böyle bir günde memlekettin her tarafında savaş var. Küçük bir İstasyon Şefi ile bir makasçının da zaferde payı olabilir. Dava büyük olduğu için yaptıklarımız ufaktır. Hem öyle olaylar olabilir ki kimse bilmez bu kahramanlıkları. İşte gerçek kahramanlık da budur.
MAHMUT: – Bu dağ başı istasyonunda.
ALİ: – Evet bu dağ başı istasyonunda. Bütün ulus söz birliği etmiş. Yedisinden yetmişine değin. Bütün ulus kanıyla tarih yazıyor. Düşman çizmesinden kurtulmak için çoluk çocukla beraber çarpışıyoruz.
MAHMUT: – Neye yarar? Bize iş düşmedikten sonra.
ALİ: – Belli olmaz dedim Mahmut. Belki silahlı çarpışırız. Belki silahsız.
MAHMUT: – (Bir şey anlamamış) Marşandiz ne zaman gelecek?
ALİ: – Bekleyeceğiz. Zamanı belli değil onun. Fakat her ne pahasına olursa olsun geçmesi gerekiyor. Anlıyor musun? Her ne pahasına olursa olsun diyorum.
MAHMUT: – Yoksa?
ALİ: – Evet. O öyle bir marşandiz ki önüne hiçbir şey çıkmamalı.
MAHMUT: – Şimdi telaşınızı anlıyorum.
ALİ: – Fakat kolay olmayacak bu. Çünkü bu treni durdurmak için bir düşman müfrezesinin harekete geçtiğini ve Çınarçık üzerinden bizim istasyona hareket ettiklerini bildirdiler az önce.
MAHMUT: – (Heyecanlı) Yaa! Öyleyse cephane yüklü bir tren bu.
ALİ: – Öyleymiş. Yahut ben öyle zannediyorum. Çok önem veriyorlar. Kesinlikle yoluna devam etmesi gerekiyormuş. Hayatımız pahasına da olsa.
MAHMUT: – Yolda kalmayacak öyleyse. Yalnız biz iki kişiyiz. Kadınları sayma. Bir düşman müfrezesine iki demiryolu memuru nasıl karşı koyar?
ALİ: – Koyacağız. Emir böyle. Yardım geleceği de kuşkulu.
MAHMUT: – Benimki sancı çekiyor. Sizinki de çocuklara bakar.
ALİ: – Çocuklar da nerede kaldı? Fatma onları almağa gitmişti. (Seslenir) Fatma, Fatma.
FATMA: -(Şarkı mırıldanarak girer) Şu çocuklara akşama bir sopa çekmelisin. İkisi de ortada yoklar. Ben yukarı çıkıyorum.
ALİ: – Nereye gidiyorsun Hanım? Bizim Mahmut’un hanımı sancı içindeymiş.
FATMA: – Haydi Mahmut. Çınarcığa koş da ebeyi getir.
ALİ: – Hayır hayır. Olmaz çocuğu sen alırsın.
FATMA: – Kolay mı? Kadın da pek taze.
ALİ: – Üç çocuk anasısın.
FATMA: – Maşallah Bey. Elime bir diploma ver oldu olacak. Hani yapmaz da değilsin. Mahmut Efendi neden Çınarcık’a gidemezmiş? Sen bana baksana burada bir şeyler dönüyor. Marşandiz gelecek dedin. Sanki ilk kez bu istasyondan marşandiz geçiyormuş.
ALİ: – O makaslara bakacak.
FATMA: – Ben bakarım.
ALİ: – Olmaz
FATMA: – Allah Allah, sanki hiç bakmadık değil mi? Ayol ben de sizin kadar demiryolcuyum.
ALİ: – Haydi hanım uzun etme de Mahmut Efendinin hanımının yanına git.
FATMA: – Hayır, hayır. Sende bir şey var bugün. İkinizde de. Bir şey saklıyorsunuz gibi.
ALİ: – Lahavle. Uzun etme hanım.
FATMA: – Peki dediğin gibi olsun. Gidip şu kadıncağıza bir bakayım.
MAHMUT: – Ben de bakayım…
ALİ: – Haydi Mahmut çabuk gel. Yalnız kalmak istemiyorum istasyonda. Belki sana işim düşer. Çocukları da görürsen tut kulaklarından al içeri.
(Mahmut çıkar)
FATMA: – İşte Mahmut gitti. Söyle bakayım ne var sende?
ALİ: – Yok bir şey. Yok bir şey dedik ya canım.
FATMA: – Ali Bey sen benim kocamsın. Ben senin her halinden anlarım. Demin telgraf geldiği zaman yüzün karıştı. O telde vardı bir şey. Sesimi çıkarmıyorum ama. Bir şeyler dönüyor bu dağ başı istasyonunda.
ALİ: – Bir şey yok dedik ya canım.
FATMA: – Ama nevrim döndü birden. (Ansızın) Söyle bakayım. Marşandiz ne yüklüymüş?
ALİ: – Bilmiyorum.
FATMA: – Ben bilmiyorum.
ALİ: – Neymiş bildiğin?
FATMA: – Silah, cephane, top, asker.
ALİ: – Bunların hepsi benim yüzümde mi yazılı?
FATMA: – Ah! Yanımda ayna olsa da bir baksan yüzüne.
ALİ: – Haydi karıcığım sen erkeklerin işine karışma da şu tazenin yanına gidiver. Tek başına kıvranıyormuş zavallı.
FATMA: – Sahi sahi. Gideyim. (Çıkarken döner) Bey … Ali Bey
ALİ: – Yine ne var?
FATMA: – Ne var ne demek canım? Ben içinden pazarlıklı değilim. Söyleyeceğim işte.
ALİ: – (Kızgın) Hanım yine ağzında bir şeyler geveleyip duruyorsun.
FATMA: – Peki marşandizde cephane olduğunu benden niçin sakladın?
ALİ: – Kim demiş onu? Sırası gelmedi de onun için söylemedim.
FATMA: – Tam on dört yıllık kocamsın. İyi günlerimiz oldu, kötü günlerimiz oldu. Geçindik gittik işte.
ALİ: – Allahını seversen beni yalnız bırak.
FATMA: – Türk kadını gerektiğinde erkekler gibi dövüşmesini bilir. Anladın mı Ali Bey?
ALİ: – Haydi karıcığım, sen Mahmut’ların evine git. Belki de karısı doğurmak üzeredir.
FATMA: – Peki! Peki!
(Fatma çıkar. Ali ne yapacağını şaşırmış durumda iken Mahmut girer).
MAHMUT: – Beyim her tarafı aradım. Vahitle Nahidi bir türlü bulamadım.
ALİ: – Korkuyorum Mahmut. Başlarına bir kaza gelmesinden korkuyorum.
MAHMUT: – Onlar erkek çocuğu beyim. Sonra bu yöreyi iyi bilirler.
ALİ: – Evet ama. Yine de korkuyorum işte. Sabahtan beri ortalıkta yoklar. Giderken de haber bırakmamışlar.
MAHMUT: – Ben bizim hanıma bir bakayım. Sizin kahve saatinizdir. Karşılıklı içeriz. Malum ya Hanım Teyze bizimkinin başından ayrılamıyor. Biz de istasyonu bırakıp köyden ebe çağırtamıyoruz.
ALİ: – Gözüm hep dışarılarda. Bak karşı tepede bir karaltı var. Muhakkak bizim çocuklardır.
MAHMUT: – Yamacın üstünde değil mi? Koşuyor bu yana… Ama.
ALİ: – Onlardır.
Geleceğimiz olan çocuklar Cumhuriyetimize sahip çıkmalı. Çocuklarımızı bu yönde iyi eğitmeliyiz…
Cumhuriyetimizin, güzelliği ve sağlam demokratik temellere oturmuşluğu önünde bulunan engellerin kaldırılması dileğiyle, nice Cumhuriyet Bayramlarına…
Cumhuriyetimiz kutlu olsun!
Cumhuriyet Bayramı piyesini önce kısa sandım ama sonradan 2 bölüm olduğunu gördüm. Size ne kadar teşekkür etsem azdır.