Çocuklarda Ölüm Algısı
Yakınını Kaybeden Çocukların Ölüm Algısı
Ölüm ile yaşamın kaçınılmaz birlikteliği, tüm canlıları etkiler. Ölüm olgusunu anlamlandıramayan, bunun kaçınılmazlığını kabullenmeyen ve böylece yakınlarının yitip gitmesine tahammül edemeyen insanların kendi başına sorunun altından kalkması çok güçtür. Yakınlarını kaybeden insanların yas tutması, acı çekmesi makul bir süre için doğal ve de gereklidir. Ancak buradaki makul düzeyin ne olduğu kişiden kişiye değişmesine rağmen, kişinin kendi yaşamına zarar verecek, ruh ve beden sağlığını tehdit edecek düzeye gelinmemesidir. Bir yakınını kaybetmiş olan kimselerde oluşabilecek ruhsal travmalara hazırlıklı olmak gereklidir. Böyle durumlara bir uzman yardımı almak gerektiğinde uzmanın vereceği ilaç ya da telkinlerle acıyla baş etmenin koşulları sağlanabilir.
Çocuklar için genellikle ölüm algısı ileriki yaşlara ertelenecektir. Çocukluğunda yaşamadığı yas duygusu ileriki yaşlarda kendini tamamlayacaktır. Daha küçük yaştaki çocuklar büyük olanlardan niteliksel olarak farklı konuşurlar. Bir çoğu ölümün evrenselliğini, kalıcılığını ve işlevleri sonlandırıcı özelliklerini 10-12 yaşına kadar anlayamaz. Ölümün geri dönüşümlü olduğunu zanneden okul öncesi çocuk “Annem ne zaman dönecek?” sorusunu devamlı sorar, ta ki bilişsel yetileri ölümün kalıcılaştığını kavrayana dek.
Sıklıkla küçük çocuklar duygularını tarif edecek ve ihtiyaçlarını söyleyebilecek dil yetisine sahip değildir. Bir yetişkin gibi hissettiklerini dile getirerek rahatlayamazlar. Bunun yerine davranışsal sembolik yollarla iletişim kurarlar. Mesela bebek gibi davranma veya dışa vurma davranışlarıyla ihtiyaçları olan ilgiyi almaya çalışırlar. Ebeveyn kaybından sonra hissedilen acı ve yalnızlık oyunlarla ve sanatla ifade edilebilir. Bu davranışsal dışavurumlar çocuğun duygusal durumunu farkedebilmek ve nasıl baş ettiğini anlayabilmek için faydalı araçlardır.
Çocuğun baş etme mekanizmaları yetişkinlerinkinden çok daha yetersizdir. Çocuğun olanaklarının kısıtlı olması; yaşam deneyimlerinin azlığına, bilişsel yetilerinin gelişmemiş olmasına ve dikkat süresinin kısa olmasına bağlıdır.
Küçük çocuklar tarafından sık kullanılan baş etme mekanizmaları gerileme, bastırma, inkar ve yer değiştirmedir. Orta ve geç çocuklukta duygularını daha iyi dile getirebilir, sosyal destek arayabilirler. Zamanla “sorun odaklı baş etme” yönünde gelişme gösterirler ve çevreyi daha çok kontrol edebildiklerini hissetmeye başlarlar.
Çocuklar gelişim eksikliği nedeniyle yakınlarındaki yetişkinlerin baş etme ve iletişim kurma şekillerini taklit eder ve ebeveynin etkileriyle duygusal tepkilerini zorlarlar. Küçük çocuklar yoğun duygusal acılara uzun süre dayanamadıklarından, kayıplarını yaşamakla aktivitelerini yapmak arasında seçim yapmakta zorlanırlar.
Tüm çocuklar normal gelişimsel basamakları aşmak için mücadele veriyor olsa da , yakınını kaybetmiş olan çocuk bunların yanında yas tutmanın da gereklerini yerine getirmek zorunda kalır.
Şu iki konu önemlidir; yasın ortak görünümleri ve çocuğun kaybettiği kişiyle iletişim kurma çabaları
1970’lere kadar çocukların ölümün acısından korunması ve ölüm hakkındaki bilgilerden uzak tutulması ve diğerlerinin kayba verdikleri tepkileri görmemesi gerektiğine inanılırdı. Bu yaklaşım bir çok açıdan mantıklı görünse de, çocuğun kendisini yalıtılmış hissetmesine, diğerlerinin kaybı önemsemediklerine inanmasına, çevresindekilere güveninin kaybolmasına, olay hakkında yanlış kanılar edinmesine yol açmaktadır.
Çocuklarda Yasın Ortak Görünümleri
Yas, kayba verilen çok yönlü bir yanıttır. Erken çocuklukta gerileme, çaresizlik, ölüme sebebiyet verme ile ilgili büyüsel düşünceler, yitirilenin geri gelmesi ile ilgili dilekler daha belirgindir. Buna zıt olarak okul sorunları, öfke hipokondriazis (hastalık hastalığı), yitirilenle özdeşim gibi belirtiler daha geç dönemde görülür. Çocukların yas tepkileri büyüklerinkine benzese de olaya verdikleri cevabın organizasyonu, yoğunluğu ve süresi bakımından farklıdır. Çocuğun yası büyüklerinkinin farklı bir versiyonu olarak değil çocuğun kapasitesine göre özgün bir tepki olarak değerlendirilmelidir.
Bir çok tepki kayıptan sonraki ilk aylarda daha belirgindir. Bazıları birkaç yıl sonrasına kadar gözükmez. Worden ve Silverman bunu şöyle açıklamışlardır: “Yastaki çocukları diğerlerinden ayıran davranış ve duygular vardır; ama bunların çoğu ilk yılın sonunda hafifler. İki yıl sonra yastaki çocukların okul başarıları, genel davranışsal uyumlar ve genel özgüven açısından kendilerini nasıl gördükleri diğer çocuklardan farklılaşır.”
Kayıpla Devam Eden Bağlar
Önceki psikanalitik yaklaşımlar kişinin enerjisini yitirilen nesneden uzaklaştırılması gerektiğini tartışmıştı; ama son çalışmalar çocukların yasları ile mücadele ederken ve kayıplarına uyum sağlarken ölmüş olan ebeveyn ile ilişkilerini sürdürmeye önem verdiklerini göstermiştir. Zamanla çocuklar bağlarını sürdürmek için çok çeşitli yollar geliştirir. Normal gelişimsel kaymaların önemini vurgulayan Silverman, Nickman ve Worden (1992) şunu vurgulamışlardır: “İçteki ebeveyn tasarımı çocuğun yitirilenle ilişkisinin sürmesini sağlar. Bu ilişki çocuk büyüdükçe yasının yoğunluğu azaldıkça değişir. Boş vermek yerine kaybın anlamının devamlı anlaşılması ve kavranmaya çalışılması vurgulanmalıdır.”
Silverman çocuğun kaybettiği ebeveynle ilişki kurma yönteminin onun bilişsel kapasitesi ile yakından ilişkili olduğunu ve zamanla değiştiğini belirtmiştir. İlişki kurma şekilleri arasında:
Yitirilene bir konum bulmak (Şimdi cennette),
Yitirileni yaşamak,
Yitirilenin çeşitli yönlerini ve onunla olan ilişkinin çeşitli yönlerini hatırlamak,
Yitirilenin bir eşyasını saklamak sayılabilir.
Hayatta kalan ebeveyn kayıp tasarımının yeniden inşaasına şöyle katılabilir:
Yitirilen hakkında konuşarak,
Cenaze törenine katılmasına izin vererek,
yitirilenin hatıralarından çocuğa vererek,
Çocuğun kayıp hakkındaki duygularına karşı dikkatli olarak,
Çocuğun duygularını ifade etmesinde kullanacağı dili bulmasına yardımcı olarak,
Yitirilene saygı duyarak,
Çocuğun yitirilenle ilişkisini onurlandırarak
Çocuğun yaşı ve cinsiyeti, ölümün aniliği ile birlikte yitirilenin cinsiyeti, çocuğun duygusal katılımı, çocuğun ebeveynle bağlantısının devam ettirmesi, sosyal ilişkilere ve destek sistemlerine katılımı, ailenin rutinlerindeki değişimler gibi etkenler birçok sonucu etkiler. 4 aylık ve 1 aylık zaman dilimlerinde incelendiğinde ciddi fonksiyon bozukluğu yaratacak davranışlarla karşılaşılmadığı halde, 2. yılda kontrol grubuna göre daha yüksek düzeyde sosyal geri çekilme, kaygı, sosyal sorunlar, daha düşük düzeyde özgüven ve verimlilik saptanmıştır.
Yastaki çocukların %21’i 2 yıl sonra ciddi sorunlarla karşılaşır ve birçok değişiklik 2 yıl sonra fark edilebilir hale gelir. Bu araştırmacılar kadar destek verenler için de önemli bir noktadır.
Yetişkinlerde sorunlu yası tanımlayacak ve tanı koyduracak en uygun kriterin ne olduğu tartışılmaktadır. Çocuklarda sorunlu yasın tanımlanmasında “zarar verici (iş görmez hale getiren) yas” tanımı kullanılabilir. Bu durumda yasa müdahalenin amaçlarından bir tanesi gelişimsel olarak gerekli ve destekleyici çevreyi oluşturarak çocuğun o dönemde ihtiyacı olan ilerlemeyi yapmasını sağlamaktır.